• No results found

Batı Türkiye'yi Nasıl Kıskaca Aldı

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Batı Türkiye'yi Nasıl Kıskaca Aldı"

Copied!
63
0
0

Loading.... (view fulltext now)

Full text

(1)

BATI

TÜRKİYE’Yİ

NASIL

KISKACA

(2)

*** 1. Kısım : ÖĞRENİLDİĞİNDE UFKU İKİ

KATINA ÇIKARAN GERÇEKLER

1 - Bülent Ecevit ve Deniz Baykal'ın Rockefeller Foundation bursu ile Amerika'da çalışması... Rockefeller demişken, Rockefeller 1928 yılında Vehbi Koç'la işbirliği yaparak Koç, Standart Oil

Petrol şirketinin yerel temsilciliğine getirilmiştir.

2 - Bülent Ecevit, Harvard Üniversitesi'nde Henry Kissinger'ın yanında 8 ay inceleme yaptı. İlginçtir daha sonra Henry Kissinger ABD'de dışişleri bakanlığı yaptı. Gelmiş geçmiş en başarılı bakanlardan biri oldu. O esnada ise Ecevit Türkiye'de başbakanlık yapıyordu. Ve tarihler 1974'ü gösterdiğinde Ecevit başbakan olarak Kıbrıs'a müdahale planını devreye soktu. Kissinger ile defalarca görüşme yaptı. O tarihlerde Kıbrıs ve Yunanistan’ın başında sosyalist hükümetler bulunuyordu. Ada ile Sovyetler birliği arasında muazzam uyum vardı. Türkiye tam da bu esnada adaya müdahalede bulununca hem Yunanistan’da hem de Kıbrıs’ta hükümetler düştü. Yerine ABD ile uyum içerisinde iki hükümet geldi. Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesi ABD’ye de yaramıştı. 3 - Süleyman Demirel henüz üniversiteden yeni mezun olmuşken 1950 senesinde ABD'ye gidip araştırmalarda bulundu. Döndü, 1953'te Seyhan Barajı proje müdürü oldu. Bu dönemde Adnan Menderes'in dikkatini çekerek çok erken yaşta DSİ Barajlar Dairesi başkanlığına getirildi. 1955'te DSİ genel müdürü oldu. Akabinde Eisenhower bursu ile tekrar Amerika'ya gitti. Döndü, bir kaç sene sonra dünyaca ünlü Morrison şirketinin yerel temsilcisi seçildi (bkz: morrison Süleyman) Ardından siyasete atıldı, 1964'te Celal Bayar'ın da büyük gayreti ile genel başkan seçildi. Yılların Süleyman Demirel'i işte böyle paraşütle en tepeye iniş yaptı. 4 - Mehmet Şimşek'in aynı zamanda İngiliz vatandaşı olması... 2007 senesinde AKP'ye karşı girişilen sosyal-ekonomik-askeri baskıdan sonra yaşanan seçimleri AKP %47 oy oranı ile kazandı. Bu seçimlerden önce hükümet heyeti İngiltere ziyaretinde bulunmuştu. Ziyaret esnasında Exeter Üni. mezunu Mehmet Şimşek her nasıl olduysa hükümetin dikkatini çekti. Ardından seçimde milletvekili olarak gösterildi. Milletvekili seçildi ve hemen ekonomiden sorumlu devlet bakanı yapıldı. Sanki birileri “Mehmet'i bakan yapın” dercesine...

*Exeter Üniversitesi demişken, eski c.başkanı Abdullah Gül de o okulda okudu. Ardından İslam

Kalkınma Bankası’nda görevlendirildi.

5 - Exeter'li diğer Türkler: Fehmi Koru (gazeteci), Durmuş Yılmaz (eski Merkez Bankası başkanı), Şükrü Karatepe (Refah’lı belediye başkanı), Ekmeleddin İhsanoğlu (çatı adayı). 6 - Ali Babacan'ın Fulbright bursu ile okumuş olması. Fulbright bursunun anlam ve önemi için:

http://www.guncelmeydan.com/pano/banu-avar-in-desifre-ettigi-fulbright-in-etki-ajanlari-t27204.html

7 - Amerikan burslarının anlam ve önemine binaen: ---

"1975 yılı. Richard Podol AID (Uluslararası Kalkındırma Örgütü) uzman amirlerine yolladığı Türkiye raporunda bakın neler diyor:

“Yirmi yıldan fazla bir zamandır Türkiye’de faaliyette bulunan Amerikan yardım programı bir

zamandan beri meyvelerini vermeye başlamıştır. Önemli mevkilerde Amerikan eğitimi görmüş bir Türk’ün bulunmadığı bir bakanlık ya da bir iktisadi kamu kuruluşu hemen hemen kalmamıştır. Bu kimseler halen bulundukları örgütte ‘ilerici güç’ niteliğini taşımaktadır. Genel müdür ve müsteşarlık mevkilerinden daha büyük görevlere kısa zamanda geçmeleri beklenir. AID bütün gayretleri bu gruba yöneltilmelidir.

Geniş ölçüde Türk idarecilerini indoktrine etmek gerekir. Burada özellikle orta kademe yöneticiler üzerinde durmak yerindedir. Amaç, bunlara yeni davranışlar kazandırmaktır. Bu grubun yakın

(3)

gelecekte yüksek sorumluluklar mevkilerine geçecekleri düşünülürse bütün gayretlerin bu kimseler üzerinde toplanması mantık açısından doğrudur."

---

8 - Turgut Özal'ın Demirel tarafından bürokratlığa getirilmesi... Çok ilginçtir, basit ve sade bir hayatı olan Özal, Semra Hanım'la evlenmesinin ardından Amerika'ya Texas Tech. Uni.'ye gidip araştırmalarda bulundu (Yazar notu: ABD'ye gidip araştırmalarda bulunanlar nedense ilerde hep

başbakan oluyor) Dönüşte Elektrik İşleri Etüd İdaresi müdürü olan Özal, ardından Demirel'in

danışmanlığına, peşinden de DPT müsteşarı yapıldı ve akabinde Dünya Bankası sanayi

danışmanı olması için ABD’ye davet edildi. Demirel'in yanı sıra Erbakan’la da çalışan Özal,

milletvekili adayı gösterildi. Seçilemedi. Tekrar DPT müsteşar vekili yapıldı. Ardından Batı ülkeleri Türkiye'den bazı "ekonomik hamleler yapmasını istedi" Demirel önce direndi, sonra kabul etti. Bu hamleleri yapması için de Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarı yaptı. Böylece Özal çok önemli 24 Ocak kararlarının mimarı oldu. Ardından darbe oldu. 22 ay boyunca Bülent

Ulusu idaresindeki darbe hükümetiyle çalıştı. Sonra demokratik seçimlere giren 3 partiden

biri oldu. Diğeri ise MDP'nin başkanı Turgut Sunalp'ti.

9 - Turgut Sunalp demişken... Turgut Özal 1983 seçimleri için Kenan Evren'in izin verdiği üç

liderden biridir. Diğerleri Turgut Sunalp ve Necdet Calp'tır. Turgut Sunalp 1948'de ABD'ye gönderilen 16 subaydan biridir. Bu subaylar ABD'ye NATO kapsamında eğitim almaları için

gönderildi. Her biri geri gelince çok önemli vazifeler üstlendi. Örneğin 16 subaydan 14'ü 1960

darbesinde etkin rol aldı. 60 darbesinde rol almayan iki isim ise Danış Karabelen ve Turgut Sunalp'ti.

10 - Danış Karabelen demişken... O da 1953'te sona eren Kore Savaşı’na katılan Türk

komutanlar arasındaydı. Nasıl olduysa Danış Karabelen savaştan sonra CIA tarafından üstün

hizmet belgesi aldı. Savaşı Amerikan genelkurmayı yaptı ama belgeyi ne hikmetse CIA verdi. Ardından Türkiye NATO'ya girdi, Karabelen orgeneralliğe yüksedi ve daha sonra "Kontrgerilla,

Özel Harp Dairesi, Türk Gladyosu ve Ergenekon" olarak bilinen "Seferberlik Tetkik Kurulu"

isimli yapılanmayı bizzat kurdu.

11 - 16 subaydan 14'ü 1960 darbesine katıldı demiştik, 14'ü katıldı. Evet. Onlardan biri de tanıdık bir sima: Alparslan Türkeş. Türkeş, darbe bildirisini 27 Mayıs Cuma günü sabah 5:25

sularında okuyan kişidir. Cümlelerini tamamlarken "NATO ve CENTO'ya bağlıyız" diyordu

(4)

12 – “NATO ve CENTO’ya bağlıyız” cümlesi Türkiye'de yaşanan darbelerin tümünde kullanılmış bir cümledir. 1980 darbesi'nin de sonunu süslemiştir. “Netekim” 12 Eylül'de yapılan darbeden sadece iki hafta sonra NATO Avrupa Kuvvetler Komutanı Türkiye'ye geldi ve Kenan Evren'le görüştü. Akabinde Rogers planı devreye girdi. Rogers Avrupa Kuvvetler Komutanıydı. NATO ve Kenan Evren'i "Yunanistan'ın NATO'nun askeri kanadına geri dönmesine onay vermesi

için" ikna etmişti. 1974'te yaşanan Kıbrıs müdahalesi ile Yunanistan NATO’dan ayrılmış 1977 ise

geri dönemk için başvurmuştu. Fakat geri dönebilmesi için tüm üyelerin onayına ihtiyacı vardı.

Türkiye ise onay vermediği için Yunanistan geri dönemiyordu. Bu Türkiye'nin en büyük

kozlarından biriydi. Fakat Kenan Evren darbeden sadece 1 buçuk ay sonra Yunanistan'ın

NATO'ya dönmesine koşulsuz izin vermiştir.

13 - NATO'ya geri dönmek demişken. Aslında Yunanistan ile NATO'dan ayrılan bir ülke daha vardı. O da Fransa. Fransa da NATO'nun akseri kanadına geri dönmek istedi. Onu da AKP kabul etti. Halbuki Fransa 2001 senesinde Saddam Türkiye'yi tehdit ettiğinde Türkiye'nin sınırına

döşenmesi gündemde olan Patriot'lara müsaade etmemiştir.

14 - Saddam demişken, Saddam'ın Humeyni'yi öldürmesi için kurulan 15 kişilik Amerikan

özel suikast grubunun bir üyesi olduğunu biliyor muydunuz?

15 - AKP demişken... AKP'nin 17 aralık sürecinde sıkça adını duyduğumuz değerli dostu Yasin El

Kadı var biliyosunuz. Bu kişi aslında 2001 senesinde ABD tarafından Usame Bin Ladin'in adamı olduğu için terörist ilan edilmiştir. Daha sonra tüm mal varlığı dondurulmuştur.

16 - Usame Bin Ladin demişken... Usame Bin Ladin, Rusların Afganistan'ı işgale kalkışmasının ardından Amerika'nın "Rus işgalini önlemek için müslüman grupları silahlandırmak" politikası nedeniyle doğmuş bir güçtür.

(5)

17 - Brzezinski eski ABD başkanlarından Carter'ın danışmanı. Ruslara karşı müslüman grupları silahlandırma politikasının mucidi ve El Kaide'nin mimarı. 2007'de Obama'yı destekledi. 2012 yılında ise "ABD yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan Suriye'ye saldırmak hataydı" diye beyanat verdi. dikkatinizi çekerim, yıl 2012...

(http://www.hurriyet.com.tr/planet/21959203.asp )

Sonra dış destekli IŞİD kuruldu ve palazlandı. Şimdi ise IŞİD'e müdahale için Suriye'ye müdahale gündemde. Mevzuyu çakozladınız dimi?

18 - Brzezinski ile bu düşünceyi paylaşan bir diğer çok önemli dış politika uzmanı ise Morton

Abramovitz. Kendisi daha Beyoğlu ilçe başkanı iken Tayyip Erdoğan'la ABD'de görüşmüş bir

kimse. Görüşmeyi Ruşen Çakır ayarladı. Tayyip Erdoğan bu görüşmeden sonra "ABD'ye giderek

temaslarda" bulunmuştur.

19 - Morton Abramowitz ve Graham Fuller bu tarihten sonra sürekli Refah'ı incelemeye almış. Analizlerde bulunmuş ve “Siyasal İslam=Türkiye'nin geleceği” tespitine varmışlar. Bakın yıl 1995, o dönem siyasal İslam bırakın iktidar olmayı, parti kuramıyorlar, sürekli saldırı yiyorlar, partileri kapatılıyor, belediye başkanları içeri atılıyor, 28 Şubat döneminde kıyıma uğruyorlar. Ama Graham Fuller ve Morton Abramovitz “Siyasal İslam=Türkiye'nin geleceği” diyor. Neyse. Bunu ben söylemiyorum, 1996 Aydınlık da söylüyor:

(6)

20 - ABD'ye gidip görüşmeler yapan Erdoğan, ve Exeter'li Abdullah Gül her nedense parti içinde farklı bir konuma geliyor:

https://www.facebook.com/video.php?v=206935212677652&set=vb.156017421729&type=3& permPage=1

Konuşma içinde dikkatinizi çekti mi bilmem, bir de Fehmi Koru lafı geçiyor. Fehmi Koru'nun da Exeter'li olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Aynı zamanda Koru, Bilderberg

(7)

*** 2. Kısım : TÜRKİYE’Yİ MAKASA

ALIYORLAR

21 – En son Bilderberg deyip bırakmıştım. Fakat Bilderberg konusunu bir süre daha askıya alıp "siyasal İslam" konusunu açacağım. Zira onunla ilgili çok mesaj gelmiş, konuyu zihninde oturtamayanlar olmuş. En baştan kısaca alacağım.

İran'daki en sık kullanılan isimlerden biri hatta birincisi Reza yani Rıza’dır. Dünya kupasında İran milli takımının maçını izleyenler görmüştür zaten, sahada 5 tane Rıza vardı. Bu Rıza isminin fazla olmasının nedeni Rıza Pehlevi’dir. Rıza Pehlevi 1925'te İran'ın başına geçen kişidir. O dönemde Ruslar'ın İran üzerinde kapitalist faaliyetleri bulunuyordu. Bu nedenle Rıza Pehlevi

Rus baskısını azaltmak ve iktidarını sağlamlaştırmak, hakimiyetini sağlamak yani koltuğunu korumak için İngilizlerin kucağına düşmek zorunda kaldı (1). İran bu nedenle

İngilizlerle çok içli dışlı bir ülke oldu. Ardından Rıza Han 1925'te kendisini şah ilan edip

krallığa geçince otoriterleşti. Zamanla kendisine muhalif olanlar arttı. Ve sonunda Musaddık

isimli bir devlet görevlisi kendisine isyan bayrağı çekti. Neticesinde başbankalığa kadar geldi. Gelir gelmez de "İran petrollerini millileştirdi." Ve böylece İngilizler artık İran petrolünden para kazanamamaya başladı. Şimdi bir parantez açıyorum. "Petrolü millileştirmek" bir liderin işleyebileceği en büyük suçtur. Ve siz petrolü millileştirirseniz işte o zaman kapitalist düzen

sizi baş düşman ilan eder. Öyle de oldu, Musaddık devrildi. Roosevelt'in yeğeni, CIA görevlisi Kermit Roosevelt; birkaç milyon Dolarlık bütçeyle İran'a giderek Musaddık karşıtı örgütleme

yaptı ve Musaddık kısa sürede devrildi. Daha sonra ABD "CIA görevlisini gönderirsek ve

yakalanırsa o zaman devlet suçlanır bu yüzden artık CIA görevlisi göndermek yerine sivil toplum kuruluşları kuralım ve onların görevlileri gönderilsin, yarın bir gün

yakalanırlarsa da bizim başımız yanmaz" diyerek ondan sonra MAIN gibi, IMF gibi, OTPOR

gibi kuruluşları ülke içinde finanse ederek hükümetleri düşürmeye başladı(2) Neyse. Musaddık gidince petrol yeniden İngilizleştirildi. Rıza'nın oğlu Rıza Pehlevi ülkeyi 79'a kadar idare

etti. İşte tam da o sırada İran'da bir İslam devrimi gerçekleşti. Bursa'da sürgünde olan Humeyni

Irak'a oradan da Fransa'ya sürgün edildi. Ve arkasında büyük bir halk desteği olan Humeyni geri döndü. Rıza Pehlevi ülkeyi terk etti. Birkaç gün sonra ise İran'da Batı’nın kontrol edemediği

bir devlet kuruldu: İran İslam Devleti.

Batılı ülkeler İran tarzı şeriat düzeniyle yönetilen ülkelerin petrolüne kaynaklarına öyle kolay el atamıyordu. Bu durumun diğer ülkelerde de yaşanmaması için önce Irak'ı yani Saddam'ı İranla savaştırdılar. Ama daha sonra Saddam İran’la savaşı sonlandırıp ülkesinde güçlenince ABD'nin himayesindeki Kuveyt'e saldırdı. Saddam kontrol edilemez hale geldi. Mısır’da da geçmişte

Nasır isimli lider Batı’ya baş kaldırmıştı.

Özetle Batı, İslam ülkelerinde kukla hükümetler tesis ediyor, ülkenin kaynaklarını sömürüyordu. Fakat sonra kukla, pinokyo misali kendisini "gerçek biri" sanmaya başlayınca kontrolden çıkıyor ve Batı’nın sömürüsü baltalanıyordu. Bazen de ülkenin dinamikleri bu kukla yönetimlerden şikayet ederek Musaddık gibi liderleri başa getiriyordu. İşte Batı "kukla liderler" tesis etmek yerine, bu ülkeler için bir model oluşturma ve diktatörleri değil sistemi kendisine

bağlamanın daha iyi olacağını düşündü.

Bu düşünceler, 1980'lerde Rand Corporation isimli kuruluşlar aracılığıyla raporlandı, birçok CIA görevlisi bu konularla alakalı olarak makaleler yazdı. Ve nihayetinde siyasal İslam denilen kavramla birlikte Batı yanlısı, sömürge İslam devleti oluşturabilmek için ortaya bir proje atıldı. Bu projeyi aslında siz çok iyi biliyorsunuz, adı: Büyük Ortadoğu Projesi

22 - Rıza Pehlevi'nin İngiltere'nin kucağına düştüğünü söyledim. Bu söylediğim olayın bir benzerini de Türkiye yaşadı. 1950 seçimlerinde DP %52 oyla meclisin nerdeyse %80'ini

eline geçirdi. Akabinde Türkiye'de bir bolluk yaşandı. Fakat bu bolluğun nedeni yapılan Marshall yardımlarıydı. Dış politikada ise önemli şeyler oluyordu. Beş sene önce 1945'te Yalta'da dünyanın üç büyük lideri bir araya geldi ve Yalta Konferansı gerçekleşti.

(8)

Konferans bitince garip bir şey oldu. Stalin durup dururken Ağrı, Kars ve Artvin bölgesinde hak iddia etmeye başladı. Türkiye'de bir tür "komünist tehlikesi" yaşanmaya başlandı. Menderes döneminde bu algı arttı. "Bacımızı kamusallaştıracaklar" türünden laflar çıktı. Ülkede "komünizm'den kurtulmak için ABD ile ittifak yapmalıyız” türünden fikirler ortaya atıldı. Bazılarının çok sevdiği Said Nursi bile "İslam'ın düşmanı komünizmdir, ABD de onlarla

savaştığı için İslamı koruyor, Türkiye ABD ile birlikte olmalı" türünden laflar etmeye

başladı, DP mitinglerine katıldı. Neticede Türkiye 1952'de NATO’ya girdi. Bunun bedeli Kore'de savaşan ve ölen Türk askerinin kanıydı. Türkiye, Menderes dönemi ile Amerika’dan ithal traktörlerle tarım cennetine döndü. Bu üretim malları Kore'de savaşan ülkelere satıldı. Türkiye deyim yerindeyse tahıl ambarıydı ve ekonomi iyiydi. Fakat savaş bitince, enflasyon arttı. Dış borç bulmak için Menderes ülke ülke dolaştı. 1952'de Özel Harp Dairesi kuruldu. Önceki yazıda bahsetmiştim, Daniş Karabelen önderliğinde kurulan bu teşkilat sayısız problem ve olaya neden oldu. Türkiye'de yollar ve binalar yaptı. "NATO yolu" denilen yollar bu dönem yapıldı. Nedeni ise basitti. Sovyet saldırısına karşı teçhizatların taşınabilmesi için geniş ve sağlam

yollar gerekiyordu. Türkiye taviz verecek ve karşılığında yarımla, Sovyet tehlikesinden

korunacaktı. Çok ilginçtir NATO belgeleri yıllar sonra ortalara saçıldığında bir belgede olası komünist savaşında NATO’nun planlarının neler olacağı yer alıyordu. Bu plana göre NATO

savunma hattını Sofya-Belgrad arasına kuracaktı. Bu şu demekti, olası bir işgalde NATO

orduları ne Kars’ı, Ağrı’yı ne de Anadolu’yu, İstanbul’u koruyacaktı. Bırakın Türkiye’yi, Yunanistan bile terk edilerek savunma hattı Sofya-Belgrad'a çekilecekti. NATO’nun korunacak bölgeler listesinde Türkiye yer almıyordu. Aptal yerine konmuştuk.

1950-55 yılları arasında ABD'nin de yardımlarıyla Türkiye bahar havasında yaşandı. Fakat

sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle her geçen gün daha da batağa saplantı ve Amerikan yardımları alabilmek için ABD ile bir takım gizli ikili anlaşmalar imzalandı. Her anlaşma ile biz de İran gibi kucağa düştük. Ve en sonunda Menderes ABD'den beklentilerini

karşılayamayınca Sovyetler Birliği ile iş birliği için görüşmeye başladı. Hazİran’da yapılması kararlaştırılan görüşmelerden bir ay önce, Mayıs’ta darbe gerçekleşti. Menderes'in

(9)

23 - Kermit Roosevelt'in darbesi

(http://en.wikipedia.org/wiki/1953_Iranian_coup_d%27%C3%A9tat) bir ABD planıydı ve

Musaddık'ın İngilizlere koklatmadığı petrolun intikamını CIA almıştı. Ama bu operasyon

sonrasında ABD bir ders çıkardı. Dış operasyonlar kesinlikle devlet tarafından yapılmamalıydı. Riskliydi. Bu yüzden bir takım NGO'lar, yani hükümet dışı örgütler kuruldu. Bunların en başında IMF gelir. Sonra MAIN, OTPOR ve George Soros gibi yatırımcıların kurduğu vakıflar

kuruldu. Bu vakıfların çalışma prensibi basitti; önce ülkelerle iyi ilişkiler ve iş adamları ile

başarılı ticaret anlaşmaları kurulur ardından ülke içinde vakıflar açılır, bu kurumlara sağlam paralar finanse edilir ve bu paralarla medya, devlet kurumları, istihbarat şubelerinde adamlar satın alınır. Ardından bazı sosyal olaylar hedef alınarak çeşitli prostestolar başlatılır. Bu protestolarda görevlendirilen provokatörler olayların büyümesini sağlar, basın devreye girerek hükümet yıpratılır, önemli yazarlar ve iş adamları baskıyı artırır ve devlet kademelerindeki

muhbirler bir takım belgeler yayınlayarak hükümeti iş yapamaz hale sokar. Sonucunda

hükümet kanlı olaylar ve medya baskısı ile düşmek zorunda bırakılırdı. Kermit 1953'te İran’da,

OTPOR Yugoslavyada, Açık Toplum Vakfı ise Çekoslavakya’da bunu güzelce başardı. Bu tip

kurumlar kendi internet sitelerinde ülkede harcanan parayı bir gurur abidesi gibi yazarlar ve biz insalığa bu yıl şu kadar para harcadık diye övünürlerdi. 2011 senesine kadar finanse edilen

paralar her yıl yayınlanırdı. Daha sonra Arap Baharı ile bu uygulamayı bir çok vakıf kaldırdı. Hiç unutmuyorum, 2000 yıllarında Tunus'a yıllık 10,000 $ yardım yapan bir sivil

toplum örgütü, 2005'ten itibaren miktarı 400,000 dolara kadar çıkarmıştı. Sadece Tunus değil, birçok ülkede olayların çıkması için binlerce dolar o ülkelere akıtılmıştı. Türkiye'de 2011

yılında bir sivil toplum örgütü tam 2 milyon Dolara yakın para akışı sağladı. Basında Soros

ile ciddi şekilde ilişkisi olduğu iddia edilen bir sivil toplum örgütünün ise mütevelli heyetinde bir partinin genel başkanı bulunur. İlginçtir, bu kişinin adını iyi tanıyoruz: Kemal Kılıçdaroğlu.

Şaşırmayın.

24 - Danış Karabelen önderliğinde kurulan Özel Harp Dairesi'nden bahsettim. 1974'te Ecevit ve Erbakan hükümeti (CHP ve MHP'nin ittifakına şaşıranlar yeniden okusun, tee 74'te Erbakan CHP ile

ittifak yaptı. Erbakan kimin hocası, biliyoruz di mi?) Kıbrıs'a çıkarma yaptı. Türkiye ve ABD'nin

arası açıldı. Türkiye adanın tamamı için yola çıksa da yarıda bıraktı ve çekildi. Fakat ABD

kızmıştı. Ülkede bir takım krizler yaşanmaya başladı. Çok açık bir şekilde Demirel'in Adalet Partisi'nin mensupları ve bağlı bulundukları esnaf, tüccar, bakkal, perakendeci depoda malları bulunmasına rağmen "mal yok" diyerek stokçulğa başladı. Bu şekilde hem daha çok kazandılar, hem de siyasi olarak CHP'yi güzelce yıprattılar. Fakat CHP Amerika'ya dik gitmeye devam etti.

(10)

Dünya haşhaş üretiminde söz sahibi olan ABD, Türkiye'de haşhaş üretilmesini istemiyordu. Türkiye'de haşhaş ekimi yasaktı. Ama Ecevit 1974'te haşhaş ekimini serbest bıraktı. Edirne’de bulunan ve Sovyet topraklarını gözetleyen Amerikan üstlerini kapattı. IMF ile

ilişkileri kesti. Bir suikast yaşadı ve kurtuldu. 1 Mayıs 1977'de yaşanan olaylardan sonra Özel Harp Dairesi'nin varlığından haberdar oldu. O sıralar başbakan değildi ve bunu

cumhurbaşkanı Korutürk ve Demirel'e anlattı. Daha sonra bu bilgiyi açıkça meydanlarda dile getirdi. "Devlet içinde, fakat devletin bilgisi ve denetimi dışındaki bir örgüt var" dedi. Bunun üzerine 1977 seçimlerinden önce İzmir'de kurşunlandı. Suikastçi çok yakından vurdu. Ama sadece yaraladı. Amacı öldürmemekti. Bu bir uyarıydı. Ecevit seçimlerde %42 oy aldı. Başbakan oldu. Konuyu bu kez genelkurmay başkanına açtı. O kişi Kenan Evren'di. Sonuç

alamadı. Olayı yargıya intikal ettirdi. Savcı Doğan Öz olayı araştırmaya başlamıştı. Önce bir

rapor hazırladı.

---

Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir. Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu

sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, Kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır. Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.

---

…Dedi. Sonra, ne acıdır, 1978'de kurşunlanarak öldürüldü. Katili ülkücüydü. Millete zarar veren örgüt, milleti seven savcıyı milliyetçiye vurdurmuştu. Trajikti. Oyun büyüktü. Önce Ecevit, ardından savcı Öz... Ecevit, Kontrgerilla meselesini kazıdıkça olaylar arttı. Maraş Katliamı patlak verdi. Her gün yüzlerce genç olaylara karıştı, yaralandı, öldü. Peşinden yeniden stokçuluk baş gösterdi. Türkiye'nin arası ABD ile kötüydü, IMF ile anlaşma yapılmıyordu. Ecevit bunun üzerine 1975'te Bilderberg toplantısına katılmış fakat borç verecek banka bulamamıştı. Daha sonra Ecevit'e toplantı çıkışında "ne konuşulduğu" sorulmuştu ve Ecevit "bu toplantılarda

neler konuşulduğunu anlatmam demek başbakanlıktan istifa etmek" diye cevaplamıştı. Neticede

enflasyon %100'ü aştı. Kredi yoktu, ABD ambargo uyguluyordu. Acıdır, o günlerde ABD’nin ambargosunu delerek Türkiye'ye sadece bir tek lider yardımda bulundu. O kişi Kaddafi’ydi ve

Türkiye bu iyiliğin karşılığını 2011'de NATO ile Kaddafi’yi tahtından indirererek ödemişti.

Ecevit ABD'ye kafa tutmanın, IMF ile ilişkileri kesmenin, Kıbrıs’taki vatandaşları korumanın, Kontrgerilla'nın üzerine gitmenin cezasını böyle ödüyordu. Tüsiad o dönem her gün tam sayfa

ilanlar vererek Ecevit'i eleştiriyordu. İş adamları Kontrgerilla'ya ve Amerika'ya kafa tutan

adamdan değil, onun düşmanlarından yanaydı. Ecevit ABD'ye gitti. Temaslarda bulunmak istedi. Ülkeye döndü ve en sonunda bitirici vuruşu Dünya Bankası yaptı. Dünya Bankası tarafından hazırlanan raporda Türkiye'nin ekonomisinin bitik halde olduğu, ağır sanayi hamlesini

erteleyip tarımla ilgilenmesi gerektiğini, bu hayallerden vazgeçmesini ve sürekli

develüasyon yaparak kendi parasının değerini sıfıra indirmesini söylüyordu. Dünya Bankası

raporu adeta Türkiye’ye "siz büyük ülke olma sevdasını bırakın, buğday yetiştirin" diyordu. Dünya Bankası’nın bu raporunu yazan isimse kimdi biliyor musunuz? Biliyorsunuz. Bu isim

Kemal Derviş’ti! Ve Ecevit hükümeti düştü. Başbakan Demirel oldu. Demirel 24 Ocak 1980

tarihinde Dünya Bankası’nın istediği tüm kararları aldı. Kararları hazırlayan yani Dünya Bankası’nın dediğini harfiyen yapan kişiyi de tanıyorsunuz aslında, o isim de 1971-73 yılları arasında Dünya Bankası’nda danışmanlık yapan Turgut Özal'dı.

25 - Haşhaş demişken, Türkiye'de haşhaş ekimini yasaklatan kişi Nihat Erim'dir. Nihat Erim,

1970'te yaşanan muhtıra üzerine Demirel'in başbakanlıktan istifa etmesinin ardından askerin başbakan olarak atadığı kişidir. Eski CHP'lidir. Hatıratında bu olaylar yaşanmadan

önce Amerikan diplomatlarla gittiği bir yemekte içkiyi fazla kaçıran bir Amerikan diplomatın şakayla karışık "ilerde başbakan olacaksın" dediğini yazmıştır. Nihat Erim daha sonra Temmuz 1980'de, darbeden birkaç ay önce suikast sonucu öldürüldü.

26 - Belki dikkatinizi çekmiştir, yazının başında DP %52 oyla meclisin %80'ini aldı dedim. Bu doğru bir bilgi. Çünkü o zamanki seçim sistemine göre bir ilde yüksek oy alan parti vekillerin tamamını alıyordu. Kırşehir hariç. Menderes Kırşehiri bir türlü alamıyordu. En sonunda pes etti ve Kırşehir’in il statüsünü kaldırdı. Kırşehir Menderes’e oy vermediği için ilçe olmuştu. Söz

(11)

gelimi İstanbul’daki seçimlerde Demokrat Parti 1 oy fazla aldıysa vekillerin tamamı

Demokrat Parti’den çıkıyordu. Bu sistemi getiren kişi İsmet İnönü’dür. İsmet İnönü ülkede

demokratik seçimlerin yapılmasını ve çok partili hayatın tesis edilmesini istiyordu. Çünkü bunu yapmazsa Marshall yardımlarından faydalanamayacağı, yardımların sadece demokratik ülkelere yapılacağı söylenmişti. İsmet Paşa bu ülkenin kurucularından, totaliter ve eski bir devlet adamıydı. Batı, yani sistem onu kolayca makasa alamazdı. Bu yüzden Batı, İnönü yerine daha yeni ve tavizkar bir kişi istiyordu. Bu yüzden ülkede seçimlerin yapılması ve çok partili hayatın gelmesi gerekiyordu. 1946 seçimlerinde CHP yüksek oranda oy almasına rağmen seçim

sistemi çok adaletsizdi. Bu nedenle Batı bu sistemi kabul etmedi. Marshal yardımı küçük çapta

yaşandı. İnönü seçimlerin ardından sistemi biraz daha gevşetti ve yukarıda bahsettiğim hale getirdi. Nasılsa ben kazanırım diye düşündüğü için bu adaletsiz sisteme güveniyordu. Beklediği gibi olmadı. Seçimi Demokrat Parti kazandı. Ve CHP %47 oy almasına ufak bir milletvekili

grubu ile kaldı.

27 - Demokrat Parti'nin kurucuları Celal Bayar ve Menderes eski bir CHP'lidir. Yıllarca CHP'de çalıştılar ve İnönü'nün "toprak reformu" fikrinin ardından parti içi muhalefete başladılar. İnönü büyük toprak ağalarından toprakların alınmasını ve köylülere verilmesini, köylülerin bu

toprağı işleyerek hem tarım alanında gelişme sağlanmasını hem de feodal ağalık

düzeninin son bulmasını hedefliyordu. Bu yüzden toprağı alan köylüler toprağın sahibi olacak

fakat toprağını 15-20 yıl gibi bir süre satamayacaktı. Böylece köylüler ağaların marabaları olmaktan kurtulacak, feodal düzen sona erecekti. Ama büyük toprak ağalarından olan Menderes ve Celal Bayar bu reformu pek sevmemişti. Ayrıca bu kişilerin yanında bulunan büyük toprak ağaları bulunuyordu. Bu reform girişimi yüzünden Menderes ve arkadaşları parti içi muhalefete başladılar. İnönü ise çok partili hayata geçerek yardım almayı düşündüğünden Menderes

ve arkadaşlarına parti kurmalarını önerdi. Böylece Demokrat Parti kuruldu. Toprak reformu

ise unutuldu gitti. Türkiye'de 1980'lere dek ağalık sistemi sürdü. Güneydoğuda ise hala sürmekte. Ağalık sisteminden kaçan köylü sınıfı büyük şehirlere gelerek gecekondu bölgelerini oluşturdu.

(12)

*** 3. Kısım : DEMİREL

28 - Dedesi ninesi olanlar gidip sorabilir: Eskiden okullarda süt tozu verilir, çocuklar süt tozundan yapılan sütleri içerdi. Devlet bunları bedava verirdi. Çünkü Türkiye'de muazzam bir

süt tozu bolluğu vardı. Süt tozunu Amerika üretir, Türkiye'ye satardı. Türkiye tarım ve

hayvancılık ülkesi olmasına ve süt bolluğu bulunmasına rağmen ABD'den süt tozu ithal eder ve

Türkiye'de yerli süt yerine Amerikan süt tozunu yaygınlaştırmak için okullarda bedava içirirdi. Menderes yerli süt üreticisini değil, ithal Amerikan süt tozunu desteklemiştir.

29 - Bugün 17 Aralık fezlekesinde yurt dışından gelen misafirler için ayarlanan kadın haberini duyunca anımsadım. 1959'da Endonezya başkanı Sukarno Türkiye'ye geldi. Uçkuruna düşkündü. Bizimkiler de misafirperverlik namına kendisine lüks nermin'in kızlarından birini gönderdi. Sukarno ülkesine döndükten iki hafta sonra belsoğukluğu kaptığını öğrendi. 30 - Menderes ekonomi bozuldukça sinirleniyor, gürlüyor ve otoriterleşiyordu. Eleştiriler ve muhalefet artınca tahkikat komisyonunu kurdu. Birkaç milletvekilinin oluşturduğu bu komisyon dönemin istiklal mahkemesi gibi çalıştı. Komisyon savcı ve hakim yetkilerine

sahipti. Dilediği basın kurumunu kapatıyor, her türlü evrak ve eşyaya el koyabiliyordu.

31 - Darbenin olduğu 1960'ın Kasım ayında OECD isimli ekonomik topluluk kuruldu. İsrail senelece bu kurula katılmak için canla başla çabaladı. Fakat yeni üye alımı için tüm üyelerin onay vermesi gerekiyordu. Türkiye ise onay vermiyordu. Daha sonra İsrail OECD'ye girdi. Onay veren başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dı. 2010 yılında, 2009'daki “one minute” olayından sadece 1 sene sonra Tayyip Erdoğan kavgalı olduğu İsrail'i OECD'ye memnuniyetle kabul etti. 32 - 1935'te rahip Roncalli, Vatikan tarafından İstanbul'a gönderildi. İstanbul’da yerel katolik liderlik görevini üstlenen roncalli Türkçe öğrendi. Halkla yakın ilişkiler kurdu. Atatürk'ün sevdiği Mahmut'la yakın dost oldu. Aradan yıllar geçti. 1961'de Menderes ve arkadaşları

idam edildi. Celal Bayar'ın idam cezası ise iptal edildi ve müebbete çevrildi. 63'te serbest kaldı.

Bir güç Celal Bayar'ı içerden çıkarıyordu. Dönemin Papası 23. John bu habere çok seviniyordu. Çünkü ikisi yakın dosttu. Evet, Roncalli 23. John ismiyle Papa olmuştu. Mahmut ise, Mahmud

Celaleddin Bayar'dan başkası değildi.

33 - Rumlar Kıbrıs’ta türkleri katletmeye başlayınca 1964 yılında başbakan İnönü müdahale

için harekete geçti. Fakat Türkiye'nin sadık müttefiki(!) Amerika’nın başkanı Johnson, İnönü'ye

zehir zemberek bir mektup yolladı. "Müdahale olursa ittifakımız bozulur, NATOdan

atılırsınız" dedi. Ve "müdahale sırasında Amerikan yardımı silah ve donanımları geri alırız" diye ekledi. Türk ordusundaki silahların çoğu Amerikan yardımıydı. Üstelik bu yardımlar

İnönü'nün 1945 senesinde imzaladığı gizli anlaşma ile alınmıştı. O anlaşmanın ilk maddesinde "başkan gerekli gördüğü hallerde yardım olarak verilen şeylerin tümünü geri isteme

hakkına sahiptir" yazıyordu. İnönü seneler önce imzaladığı anlaşma nedeniyle Kıbrıs türklerine

yardım yapamayacak hale düşmüştü. İnönü Amerika'ya gitti. "yeni bir dünya kurulur ve

Türkiye de yerini alır" diye karşılık verdi. Ama cezası kesilmişti. Bu sözler onun sonu oldu.

Döndüğünde artık başbakan değildi. Hükümet düşmüştü.

34 - Nasıl mı? O dönemlerde Demokrat Partinin devamı olarak kurulan Adalet Partisi’nin genel başkanı Ragıp Gümüşpala ölmüş ve kimsenin tanımadığı bilmediği genç biri başa geçmişti. Herkes şaşkındı. Bu isim Demirel’di.

35 - Bu sırada dünyada değişik hadiseler cereyan ediyordu. Amerikan başkanı Kennedy ve Sovyet lideri Kruşçev soğuk savaş bitirecek adımlar atmaya başlamıştı. Ayrıca Kennedy, İsrail'in nükleer programında destek vermiyordu. Sonra Kennedy 1963'te gündüz vakti suikaste

uğradı ve öldürüldü. Ardından 1964'te Kruşçev bir Kremlin darbesi ile liderlikten düşürüldü. Peşinden 1965'te Vietnam savaşı yeniden patlak verdi. Soğuk savaş en az 20 yıl daha uzayacaktı. Birileri soğuk savaş için can alıyor, savaş başlatıyordu.

36 - Adalet Partisi'nin genel başkan seçimine Celal Bayar’ın desteklediği tanınmayan Demirel ve Saadettin Bilgiç giriyordu. Bilgiç bir arkadaşından aldığı belgeyle Demirel'in Mason olduğunu

(13)

kanıtlıyor, bu durum Demirel'in oylarını dibe çekiyordu. Ardından Demirel Mason olmadığına dair belge alarak iddiayı çürütmeye çalıştı. Demirel Mason olmadığına dair belgeyi Mason Locası başkanı Necdet Egeran'dan almıştı fakat bu durum locayı ikiye bölmüştü. Locada bulunan bir çok üye sahte belge verildiğini ve Demirel'in Mason olduğunu, sahte belge verilmesinin yanlış olduğunu söyledi. Tartışmalar büyüdü. sonucunda Demirel'e Mason olmasına rağmen “siyasi

nedenlerden ötürü Mason değildir” belgesi verildiği için bu duruma tepki gösterenler locayı

bölerek Türkiye Büyük Mason Mahfili'ni kurdu. Demirel'in siyasi kariyeri için Mason Locası ikiye bölünmüştü.

37 - Demirel'e “Mason değildir” belgesi veren üstat Necdet Egeran ne hikmetse(!) Masonluktan

ömür boyu ihraç edilmişti. Tartışmalar esnasında ileri gelen Masonlardan Hazım Kuyucak

olayları engellemeye çalışınca Kuzey Amerika Masonları büyük üstatları tarafından uyarıldı. Uyaran rahip Thomas S. Roy’du.

Ayrıca bir çok ilerigelen Mason sorunu çözmek için olaya müdahil olmuştu. Demirel her ne hikmetse Masonlar için çok önemliydi. Birileri onun sicilini temiz tutmak için var gücüyle

çalışıyordu.

38 - Mason Locası demişken; Atatürk, Mason Localarını 1935'te kökü dışarıda olan zararlı

kuruluş olması nedeniyle kapatmıştı. Fakat localar 1948'de yeniden açılmıştır. Atatürk'ün

kapattığı Mason Localarını yeniden açan isim ise İsmet İnönü’dür. Bu tarihler İsmet İnönü'nün Batı yardımlarını alabilmek için ülkeyi çok partili hayata sokmaya çalıştığı yıllara denk gelir. 39 - Daha sonra Celal Bayar 1969 yılında siyasi yasağının kalkması için girişimde bulununca

Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi’nin genel başkanı Süleyman Demirel

koltuğu Celal Bayar'a kaptırırım korkusu ile bu girişimi önlemeye çalıştı. Demirel kendisini bugünlere getiren Bayar'ın siyasi yasaklarının devam etmesi için elinden geleni yaptı. Ama başaramadı.

40 - Bu durumun aynısını Turgut Özal yaşadı. Kendisi önce siyasi yasaklı olan Ecevit, Erbakan ve Demirel'in siyasi yasaklarının kalkması için referandum kararı aldı. Ardından referandumda "hayır" oyu kullanılması için propoganda yürüttü. Özal için demokrasi şehidi derler fakat kendisi demokrat falan değildi. 2 yıl darbe hükümetiyle çalıştı. Ardından 1987 referandumunda siyasilerin yasaklı olmasını isteyecek kadar anti-demokratik bir tutum takındı. En son 1989 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde askerin de desteğini alabilmek için "Kenan Evren'i

tanırım, milliyetçi biridir. Yaptığı müdaheleyi de memleketi için yapmıştır. Kötü niyet taşıdığını düşünmüyorum" diyebilecek kadar küçülmüştür.

41 - Türkiye'de şiddet olayları tırmanıyordu. 1972 yılında Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere baskınında öldürüldü. Çayan'ın ekibinden biri samanlığa saklanıp yaşamını kurtardı. Bu isim daha sonra siyasi kariyer yapacak ve 2011 yılında milletvekili seçilecekti. Bu isim Ertuğrul

(14)

42 - 1973 yılında Mısır İsrail'e saldırınca Amerika İsrail tarafına geçerek Mısır ordusunu dağıttı. Amerika'nın bu tutumu nedeniye petrol ihraç eden ülkeler (OPEC) ani bir kararla

emperyalistlere petrol ambargosu koydu. Petrol üretimi indirildi ve fiyatı artırıldı. OPEC'in büyük bölümü araptı. Araplar öylesine büyük bir dayanışma göstermişti ki, o dönem Amerika'nın en has müttefiki İran lideri Rıza Pehlevi bile petrol ambargosuna destek vermişti. Bu olay Batı'yı petrol zengini Arap ülkelerini "kontrol altında" tutabilmek için çözüm arayışlarına sürükledi. Siyasal İslam fikrinin doğumu gerçekleşiyordu. Petrol sıkıntısı baş gösterince tüm dünya krize sürüklendi. Dışa bağımlı Türk ekonomisi zarar gördü. ABD ile papaz olan Ecevit kredi bulabilmek için 1975'te Bilderberg toplantısını İzmir'e davet etti. Bilderberg, Hollanda'da bir otelin adıdır. İlk toplantı 1954 yılında 33. dereceden Mason olan Retinger isimli politika uzmanı tarafından Bilderberg otelinde yapıldığı için adı böyle kalmıştı. Retinger'in

(15)

düzenlediği bu toplantıya Avrupa’dan devlet adamları, dev şirket sahiplerini ve medyanın önemli isimlerini davet etmişti. Ve kural gereği konuşulanlar asla dışarıya aktarılmıyordu. Kuralı

kimse bozmuyordu.

43 - 1975 yılında Ecevit başbakan olarak toplantıya katılmış fakat aradığı kredileri bulamamıştır. O dönem bu toplantıya adı duyulmamış İngiliz bir kadın daha katılmıştır. Bu kadın daha sonra

İngiltere başbakanı olacak ve üç kez üst üste seçilecek Margareth Thatcher'dan başkası

değildir. Adı sanı duyulmamış Thatcher İngiltere'de başbakan olurken ABD'de ise bir Holywood oyuncusu olan Ronald Reagan başkan oldu ve bu iki garip başkan göreve gelir gelmez

"globalleşmeden", "küreselleşmeden" ve "devleti küçültmeden" bahsetmeye başladı. Dünya bu yeni "globalleşme, küreselleşme ve devleti küçültme" kavramlarının anlamını çözmeye çabalarken bir başka ülkenin başbakanı da bu kelimeleri ısrarla tekrarlamaya başlamıştı. O kişi

Turgut Özal'dan başkası değildi.

44 - Bilderberg toplantıları her sene yapılmaya devam ediyor ve konuşulanlar sır gibi saklanıyordu. Toplantılara bazı her yıl bazı türkler de katılıyordu.

1957 yılında Menderes (davet aldı ama katılamadı)

1975'te şimdiki Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu'nun dedesi Turan Feyzioğlu katılırken 1982'de İnönü'nün damadı Metin Toker

1990'da Mesut Yılmaz ve Erdal İnönü 1994'te Rahmi Koç,

2002'de Kemal Derviş, 2003'te Ali Babacan,

2004'te Ali Babacan, Mustafa Koç, Kemal Derviş, 2005'te Ali Babacan,

2006'da daha sonra bakan olacak olan Egemen Bağış, Mustafa Koç, Yeni Şafak gazetesinden

Fehmi Koru,

2007'de Ali Babacan, Mustafa Koç, Birand, Doğan, Boyner, Cengiz Çandar, Hikmet Çetin,

2008'de Ali Babacan, Mustafa Koç ve 2-3 sene içerisinde servetini ikiye üçe katlayacak Ferit Şahenk,

2009'da Ali Babacan, Mustafa Koç, Sabancı,

2010'da Ali Babacan, Mustafa Koç katıldı. Ali Babacan ve Mustafa Koç

2014 toplantılarına dek katıldıysa da 2014 toplantılarına Ali Babacan çağrılmadı.

1996 yılında yapılan toplantılarda Türkiye ile ilgili önemli kararların alındığı belirtilmiş ve bu toplantıdan sonra bir yıl içerisinde Refah-Yol hükümeti post-modern darbe ile

düşürülmüştür. İngilizce bilenler şu yabancı kaynaktan konuyla ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirler:

http://www.constitution.org/piml/96062507.txt

Bu toplantılarda neler konuşulduğu halen sır niteliğini korur ve hala bu toplantılara dünyanın en seçkin devlet, iş, medya adamları gelmeyi sürdürür. AKP döneminde ise 2007 yılında bu

toplantı Türkiye'de yapılmıştır. AKP'den Fullbright bursuyla okumuş Ali Babacan ise devamlı bu toplantılara katılmıştır.

(16)

*** 4. Kısım : ARAP SONBAHARI

45 - Hala Menderes'le ilgili mesajlar geliyor. Fakat daha fazla üzerinde durmayacağım. Zira Menderes, Fatih'in sadrazamı olsaydı, 10 yıl değil, 2 yıl içerisinde kellesi alınarak idam edilirdi. Kendisine yapılan muameleyi tasvip etmiyorum. Fakat bu ülkeye zararı çoktur. Onun döneminde yapılan yanlışların faturaları halen daha ödenmektedir. 1960 darbesini yapan askerlere

“Albaylar Cuntası” ismi verilmişti. Çünkü askerlerden çoğu albaydı. Darbeyi yapan Milli Birlik Komitesinin üyelerinden biri de kurmay albay Haydar Tunçkanat'tı. Tunçkanat, Menderes döneminde yapılanları araştırma ile görevlendirilmişti. Kendisinin ilgi alanı gizli anlaşmalardı. Aradı, taradı, darbe hükümetinin kendisine verdiği yetkilerle devletin en gizli belgelerine kadar uzandı. Ve karşına çıkan veriler karşısında adeta şoka uğradı. Durumlar vahimdi. Bu böyle olmazdı. Araştırdıkça yeni belgeler, derine indikçe kahreden anlaşmalara ulaştı. Tam on yıl bekledi ve sonrasında bu belgeleri kitap haline getirdi. Kitabın adı "İkili Anlaşmaların İç

Yüzü"ydü. İlk basım 1970'ti. İkinci basım bir ay sonra çıktı. Fakat kitap sümen altı edildi. Üçüncü

baskı 2001 yılında çıktı. 4. ve son baskı ise 2006 yılında basıldı. Bu kitabın varlığından haberdar olmamı sağlayan şahıs Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu'dur. Kitabı tam üç ay boyunca aradım ama bulamadım. Daha sonra iş bilir bir sahaf tarafından temin edebildim. Kitapta 1947 ile başlayıp

1965'e değin uzanan gizli anlaşmalar bulunuyor. İlgilenenler bulup okuyabilir. Tavsiye ederim.

46 - 2011 yılında Suriye binlerce yabancı istihbaratçının ve paralı askerin cirit attığı, iç savaşın hortladığı bir ülke haline geldi. Suriye'ye bir yerlerden yüzlerce casus akın etmişti. Ve bu akın için hazırlık çoktan yapılmıştı. Geçen yazıda İsrail'in OECD'ye AKP sayesinde 2010 yılında

katıldığını belirttim. Tam da o dönemlerde Suriye sınırında bulunan mayınlı arazilerin

temizlenmesi gündeme geldi. Temizleme işini İsrailli bir firmanın yapacağı tartışılırken asıl mevzu gözden kaçtı. Akabinde Tayyip Erdoğan kardeşi Esad'la anlaştı ve Suriye’yle vizeler

kalktı. Böylece Türkiye'den Suriye'ye geçişler oldukça kolay hale geldi. Oldukça... Mevzuyu

çakozladınız sanıyorum.

47 - 2010 yılının sonlarında Tunuslu bir vatandaş kendisini yakmış ve hükümet aleyhine protestolar büyümüştü. Dünyanın gözleri Tunus'a çevrilmiş fakat henüz Arap Baharı diğer

ülkelere sıçramamıştı. O dönemlerde Mısır ve Libya sakin, Suriye ile Türkiye müttefik, Esad ile

Erdoğan kardeşti. Tunus'taki olaylar büyürken ABD başkanı Obama aniden bir açıklama yaptı ve Esad'a "reformları yap yahut çekil" resti çekti. Tunus yanıyor, Libya ve Mısır kaosa

sürükleniyordu. Fakat Obama Esad'ı hedef alıyordu. "reformları yap" diyordu. Esad

reddediyor, Obama ise yineliyordu. Tarihler Mayıs 2011'i gösteriyordu.

(http://www.idilhaberajansi.com/news_detail.php?id=3125)

Ardından Obama'nın reform talepleri kesildi. Onca cürmün arasında kimse Esad ve

(17)

ve Suriye aniden karıştı. Aradan birkaç hafta geçti ve bu kez sahneye başka bir lider çıktı, hedefinde Esad vardı. Tarihler bu kez Kasım 2011'di. "Koltuğu bırak, halkının taleplerine

cevap ver" diyordu. "Hepimiz öleceğiz, koltuğa saplanma" diye ekliyordu. Evet, bu kişi Tayyip Erdoğan'dı. Obama, Suriye henüz karışmadan Esad'ı defalarca uyarmış, reform istemiş,

Esad reddedince Obama devreden çıkmış, Suriye'de karışıklıklar sert bir şekilde patlak vermiş ve Erdoğan devreye girerek "halkını katleden biri başkan olamaz, koltuğu bırak" demişti. Obama Esad'ı "reformlar yapması" yönünden eleştirmişken Tayyip Erdoğan "halkını

katlettiği" için eleştirmişti. Nedenler farklıydı ama talepler aynıydı: "Koltuğu bırak". Ve

akıllarda bir soru vardı, Esad rerformları yapsaydı, ülkesinde karışıklık meydana gelir miydi? Ülkeyi kim karıştırmıştı?

48 - Tayyip Erdoğan, Esad'ın devrileceğinden emin olduğundan öyle ifadeler kullanıyordu öyle sert eleştiriler yapıyordu ki tüm dünyada Esad karşıtlığı "Tayyip Erdoğan" ile özdeşleşiyordu. Obama'nın aylar önceden Esad'ı uyarışı unutuluyor, Esad'ın istenmeyişinin sebebi olarak Tayyip Erdoğan ismi öne çıkıyordu. Fakat işler istenildiği gibi gitmedi, "üç ayda düşer" denilen Esad aylarca direndi. Yıllar 2012'yi gösterdiğinde Tayyip Erdoğan; Esad'ın gitmesi için NATO'dan "müdahale" istiyor, Rusya ise "Esad'ın koltukta kalması için herşeyi yaparız" diyordu. Batı, Esad'ı Suriye'ye sızan casuslarıyla düşürmeyi hedeflediyse de Esad'ın Suriye'ye sızan bu güçlere sert şekilde müdahale etmesi, ortalığı yakıp yıkması Batı’nın hedeflerini boşa çıkarmıştı. Tunus, Mısır, Libya, Cezayir ve daha bir çok ülke "sivil toplum örgütleri" üzerinden finanse edilmiş, finanse edilen ajanlar halkı galeyana getirerek basının da etkisiyle hükümetler düşürülmüştü ama Esad direnmişti. ABD'nin sızıntıları Esad'ı düşürmeye yetmeyince Tayyip Erdoğan'ın "müdahale" önerisi gündeme gelmişse de Rusya'nın Esad'ı koruması neticesinde buna cürret edilemedi. Erdoğan, Esad'a ağzına geleni söylüyordu fakat Esad'ı koruyan Putin'e tek bir laf

edemiyordu. ilginçti.

49 - Tam da o günlerde Amerika'nın en önemli stratejistlerinden, El Kaide'nin fikir babası Zbigniew Brzezinski "ABD yanlış yaptı, gerekli hazırlıklar yapmadan Suriye'ye saldırmak

hataydı" şeklinde demeç verdi. Brzezinski, Sovyet işgaline karşı Afgan dini grupların

silahlandırılmasını öneren kişiydi. Ve Bin Ladin'le iyi ilişkileri bulunuyordu. Silahlandırılan El Kaide, Rusya'yı def etmeyi başarmıştı. fakat kontrolden çıkarak bir güç halini almıştı. Daha sonra bu grup İslam karşıtı tüm unsurlara ölüm saçan bir tür terör örgütü haline gelmiş ve ABD'nin

Irak'a saldırması için bir tür bahane halini almıştı. Brzezinski'nin mesajı açıktı. Tarihler

Kasım 2012'ydi.

50 - Sadece üç ay sonra Suriye'de işler değişiyordu. Ebu Bekir El Bağdadi ve müttefiki yani Suriye'deki en büyük muhalif güç olan El-Nusra lideri Ebu Muhammad Al-Jawlânî yollarını ayırdı. Tarihler manidardı. Bağdadi, IŞİD'in lideri oldu ve ilk olarak eski müttefiki, Esad karşıtı El Nusra'ya savaş açtı. Sadece birkaç ay önce El Nusra ile Esad'a karşı savaşan Bağdadi, bir anda taraf değiştirerek Esad'la birlikte El Nusra'yı ezmeye başladı. Bir yılı aşkın süredir Esad'la savaşmasına rağmen fazla yol kat edemeyen El Nusra'nın aksine Bağdadi liderliğindeki IŞİD her nasılsa kısa bir sürede büyüdü. Özgür Suriye Ordusu ve El Nusra liderlerini teker

teker yok etti ve Suriye ile Irak'ı kapsayan bölgenin kontrolünü eline aldı. Hazinesi büyüdü.

Ve 2014 yazında Irak ordusunun kaçarak terk ettiği Musul'u tereyağdan kıl çekercesine aldı. Musul'un ani düşüşü ve Merkez Bankası’nın IŞİD'e geçişi sayesinde IŞİD hazinesi iki katına çıktı. IŞİD göz göre göre Musul'u alıyordu fakat hiç kimse birşey yapmıyordu. ABD elçiliği hızla boşaltıldı fakat Amerikan birliğinin silahları nedense bırakıldı. Böylece paranın yanında silah deposu da elde eden IŞİD artık lokal bir güç halini aldı.

51 – Rusya, Amerika'nın sızıntıları ile çalkalanan Duriye'yi savunmuş ABD Esad'ın sızıntıların faaliyetleriyle düşmeyeceğini anlamış. Brzezinski ABD'yi uyarmış ve sürece farklı bir boyut katmış ve sadece bir kaç ay sonra IŞİD olayı patlak vermişti. Hamle sırası Rusya’daydı. Ukrayna tam da bu sırada karıştı. Halk ikiye bölünmüştü. Putin sessiz kalamayacağını belirtti ve

hükümet karşıtı protestolara destek verdi. Roller değişmişti. Bu kez putin muhalifleri

savunuyor, ABD ise iktidarı koruyordu. Ve Putin bitirici hamleyi yapmış, halihazırda Rus

hakimiyetini peşinen kabullenmiş isimlerden oluşan Kırım meclisinden hızlıca bir karar çıkarmış ve Kırım Rusya’ya bağlanmıştı. NATO, Rusya'yı sert bir dille uyarmışsa da bunlar lafta

kalmıştı. Rusya, Kırım'ı ele geçirdikten sonra IŞİD'in faaliyetleri süratle artmaya başladı. Ve bu kez hamle sırası Batı’daydı. ABD ve Rusya adeta adım adım dünyayı paylaşıyordu.

(18)

52 - Ağustos ayında Brzezinski yeni bir röportaj verdi ve dünyanın kaosa sürüklendiğini, ABD'nin bunda payı olduğunu ve bir şeyler yapılması gerektiğini ifade etti. İşaret çakılmıştı. Sadece bir kaç gün sonra Amerikan Genelkurmay başkanı "IŞİD her şeyden tehlikeli" diyordu. Dışişleri "IŞİD küresel bir tehdit halini aldı" beyanı veriyordu. Sonraki hafta toplanan NATO

toplantısında Obama müdahale fikrini ortaya attı ve koalisyondan bahsetti. Artık vakti gelmişti.

IŞİD'le savaş başlamalıydı. Fakat bir sorun vardı, Tayyip Erdoğan IŞİD’e yapılacak müdahale

için kurulan koalisyona katılmaya yanaşmıyordu. Bu tavır üzerine bir takım haberler servis edilmeye başladı: Türkiye’nin başbakanı Alman, İngiliz ve Amerikan servisleri tarafından

dinlenmişti!!!

Yabancı basın her gün Türkiye’nin dinlenmesine ilişkin haberleri manşetlere taşıyor, Türk hükümetinden konuyla ilişkin kayda değer bir açıklama yapılmıyordu. İşin garip yanı dinleme haberlerinin çoğalmasına ragmen dinlemelerin içeriğine ilişkin herhangi bir kayıt

sızdırılmıyordu. Tüm bunların yanında hükümeti dinleyen cemaat “vatan haini” ilan edilmişken, hükümeti dinleyen Almanya ve Amerikan başkanları Tayyip Erdoğan’la sıcak ilişkiler

(19)

53 - Ve Türk hükümeti dış politikasının yeniden şekillendiği ve çok önemli kararlar alması gereken bu günlerde olaylardan uzak bir tavır sergiliyordu. Güney sınırındaki 800 km'lik

alanda savaş tehdidi doğan ve sınır ötesi harekat koalisyonuna dahil olup olmama

noktasında başbakan Davutoğlu'nun siyaset üretmesi, doktrin geliştirmesi, karar vermesi, yol haritası oluşturması için gece gündüz temaslarda bulunması gerekirken kendisi;

(20)

geceleri taksi durağı ziyaret eden…

( http://www.mynet.com/haber/guncel/basbakan-davutoglu-taksi-duragini-ziyaret-etti-1474328-1 )

…nikah şahitliği yapan…

(http://www.cnnturk.com/video/turkiye/basbakan-davutoglu-nikah-sahidi-oldu/ )

(21)

( http://www.milliyet.com.tr/basbakan-davutoglu-ahilik-kutlamalarinda-kirsehir-yerelhaber-401089/)

…başbakan halini alıyordu. NATO zirvesinin ardından Obama: IŞİD'le mücadeleye Türkiye'nin

de müdahil olması lazım, dedi. Türkiye “teröre taviz vermeyiz” şekline cevap verdi. Aradan bir

kaç hafta geçti. Tam da bu günlerde IŞİD çok ilginç bir karar aldı ve 49 rehineyi serbest bıraktı. böylece Türkiye'ye müdahaleye katılmaktan başka bir yol kalmamış oldu. Yabancı basında yer

alan dinleme haberleri bir anda kesildi ve bir daha gündeme getirilmedi. Bir kez daha taviz

verilmişti.

54 - Türkiye 1970'lerde siyasi istikrarsızlıklar ve terörle uğraşmıştı. Ekonomi olarak oldukça

hırpalanmıştı. Ecevit yaratılan siyasi kaosla zayıf düşürülmüş ve Kemal Derviş tarafından

hazırlanan ve özetle "ağır sanayi hamlesinden vazgeçin" temalı raporu ile bitirilmişti.

Ardından göreve Demirel gelmişti. Demirel dayatılan bu reformlara yanaşmasa da sonunda ikna oldu ve 24 ocak 1980'de Turgut Özal'ın kaleme aldığı kararlar yürürlüğe kondu. Böylece Türkiye Atatürk'ün karma ekonomisinden kapitalizmin isteği doğrultusunda "serbest piyasa ekonomisi"ne geçti. Fakat Türkiye'nin mevcut siyasi yapısı ve anayasanın varlığı bu sistemin tam olarak entegre edilmesini zorlaştırıyordu. Sendikalar kanunu, işçi hakları ve kamu iktisadi teşekküllerinin yapısı Türkiye'nin liberal ekonomik düzene geçmesine mani oluyordu. Meclis ise bırakın yasaları düzenlemeyi, cumhurbaşkanı bile seçemiyordu. Darbe tam da bu esnada imdada yetişti. Turgut Özal hayatında tanımadığı Kenan Evren tarafından köşke

davet edildi ve ekonomi bakanı ilan edildi. Böylece anayasanın kaldırıldığı, meclisin

feshedildiği ve her türlü hakkın askıya alındığı bir ortamda Özal işe koyuldu. Artık ortam müsaitti. Atatürk'ün kalkınmacı karma ekonomik düzeni yerini liberal ekonomik düzene

bırakabilirdi. Üstelik bu iş için Dünya Bankası’nın eski danışmanı Turgut Özal, Kenan Evren

tarafından tam yetkili kılınmıştı. Yeni anayasa hazırlandı ve kabul edildi. Turgut Özal Amerika’ya gitti. Geri dönünce görevinden istifa etti ve parti kurdu. Kenan Evren, Özal'a seçimlere

girmesi konusunda izin verdi. Özal, Kenan Evren'in seçtiği partilerle yarıştı ve kazandı. görev tamamdı.

55 - Özal'la birlikte kuyruklar bitti. Bolluk geldi. Türkiye'ye ithal mal yağıyor, liberal ekonomik düzenin getirisi olarak bankerler sahneye çıkıyor ve faizcilik bir meslek haline geliyordu. Kumar yaygınlaşıyor, lüks tüketim artıyor, ülke Batı'nın ithal mallarının kapış kapış satıldığı bir pazar

(22)

haline geliyordu. Özal "ben zengini severim" diyor, orta direğin nasıl ezildiği Şaban filmlerinde dahi konu ediliyordu. Hayali ihracat vakalarının patlak veriyor, sürücü kursları ehliyet

dağıtmaya başlıyor, her gün trafik kazalarının yaşandığı bir yığın insanın öldüğü ve sürüyle aracın tahrip olduğu günler başlıyordu. Turgut Özal yeniliklere doymuyor ve önemli

bir karar alarak "Türk parasını koruma kanununu" kaldırıyordu. Turgut Özal'ın büyük reform olarak addettiği bu gelişmeler sonucunda göreve başladığında 17,5 lira olan Dolar öldüğünde

10.000 liraya kadar yükseliyordu. Batı’nın ithal mallarının yarattığı bolluk nedeniyle hayat

pahalılaşıyor ve ekonomik sorunlar yeniden nüksetmeye başlıyordu.

56 - Özal bir büyük atılım daha yaparak yabancılara toprak satışı kanunu çıkarmış ve devlet toprağının yabancılara satışı dönemi başlamıştı. Açıkça görülüyor ki 60'lar ve 70'lerde

iktidarların ve Batı’nın Türkiye'de yapamadığı, devlet düzeninin izin vermediği bir çok şey 80 darbesi ile beraber başlayan Özal döneminde kolaylıkla yapılmaya başlanmıştı.

Yabancılara toprak satışı kanunu sonraki yıllarda daraltılmış. Genişletilmek istense de bu değişiklikler Anayasa Mahkemesi tarafından 1990'lı yıllarda ve özellikle AKP iktidarından itibaren 2005, 2007, 2008, 2009, 2010 yıllarında iptal edilmişti. Daha sonra 2010

referandum paketi ile birlikte Anayasa Mahkemesi üyesinin sayısı 17'ye çırakıldı. üye sayısının artması yüzünden atanması gereken üyeler Abdullah Gül tarafından atandı ve böylece anayasa mahkemesinde üye çoğunluğu AKP'nin eline geçti. Eylül ayında AKP'ye geçen Anayasa

Mahkemesi, Kasım ayında daha önce defalarca reddedilen yabancılara toprak satışı hakkındaki yasa değişikliğini sorunsuz onayladı. İşlem tamamdı. Vebali referandumda “evet” oyu verenlerin boynunadır.

57 - Özal göreve geldiğinde Türkiye'ye yeni kavram ve anlayışlar getirmişti. Henüz kimsenin bilmediği duymadığı bir dönemde Özal çıkıp "küreselleşme" "globalleşme" ve "devleti

küçültme" gibi kavramlardan bahsediyordu. Hiç kimse Özal'ın ne kastettiğini bilmiyor ve bu

şapkadan nelerin çıkacağını merakla bekliyordu. Bu algoritmayı daha sonra 2009'da Tayyip

Erdoğan ve Abdullah Gül ikilisi de kullanacaktı. Tayyip Erdoğan günün birinde "açılım" ve

"kardeşlik projesi" kavramlarını ortaya atacak ve Abdullah Gül de "önümüzde tarihi bir fırsat

var" diyecek fakat fırsatın ne olduğuyla ilgili asla konuşmayacaktı. Nitekim medya aylarca tarihi

fırsatı ve açılımı konuşacak, böylece halk ne olduğu tam olarak açıklanmayan bu kavramlara aşina hale gelecek böylece bu kavramların içi rahatlıkla doldurulabilecekti. Özal da harifyen

uyguluyordu. İşin ilginç yanı bu kavramlar önce ABD başkanı Reagan tarafından ortaya atılıyor, ardından İngiliz Thatcher bu kavramları diline doluyordu. Tüm dünya bu

kavramları tartışırken Turgut Özal da artık dünyanın değiştiğini ve yeni dünyaya uyum

sağlayabilmek için bu kavramlara ihtiyacımız olduğunu belirtiyordu. Ve sonucunda 24 Ocak 1980 günü alınan kararlar, sağlanan anayasal ortam sayesinde yürürlüğe koymaya başlanıyordu. Özal şapkadan tavşanı çıkarıyor ve "devlet küçülmeli" diyordu. Ve ekliyordu "devlete baba

demeyin, sonra alır sopayı döver" ve akabinde yeni bir uygulama Türk siyasi tarihine

giriyordu: Özelleştirme. Özal devlet kurumlarını satmaktan bahsediyor, halkı buna ikna edebilmek için "devlet kurumlarının işe yaramadığını ve gelir getirmediğini" açıklıyordu. Özal hayatını tamamladığında özelleştirmeler tam olarak bitirilememişti. Yıllar sonra bu görevi Tayyip Erdoğan ve AKP tamamlayacak, devlet kurumları düşük ücretlerle yabancılara satılacaktı.

(23)

(http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/12275008.asp)

58 - Özal'a göre piyasa serbest olmalıydı bu yüzden devlet piyasadan çekilmeliydi yani devlet küçülmeliydi. Böylece piyasa liberalleşecek ve rekabet artacaktı. Fakat tarih bunun böyle olmadığını gösterdi. Küçük ve yerel işletmeler Türk piyasasına giren yabancılarla rekabet

edemiyordu. Bu durum ortaya çıkınca yabancı sermayenin ülkeye girebilmesinin şartları

ağırlaştırıldı ve yabancı sermayeye ek vergiler getirildi. Bu meseleyi tamamlamak da Özal'a kısmet olmayacak yine yıllar sonra Tayyip Erdoğan ve AKP döneminde yabancı sermayenin teşviki için yasa çıkartılacak ve yabancı sermaye ile yerli sermaye eşit olacaktı. "Yabancı

sermaye öpüp başın üzerine konuyordu"

59 - Burada bir parantez açarak serbest piyasa eleştirisi yapmak istiyorum. Serbest piyasa ekonomisi denilen kavram savaş ekonomisi şartlarını sağlayan bir tür hayalden ibarettir. Çünkü gerçekte her müteşebbis kar etmek, büyümek, kartelleşmek ve piyasaya hakim hale gelmek ister. Müteşebbisin bu emelleri için serbest piyasa ekonomisine ihtiyacı vardır. Örnek vermek gerekirse, 1800'lü yılların ortasında keşfettiği petrol kaynağının üretimine başlayan David

Rockefeller sahip olduğu petrol kuyularından büyük gelir elde etmiş ve kazandığı parayla petrol

ofisleri açmıştır. Serbest piyasanın hakim olduğu ekonomik bir ortamda bir kavşakta bulunan 3 adet petrol ofisinin yanına dördüncü petrol ofisini açan Rockefeller sermayesine güvenerek petrol fiyatlarını düşürmüş ve böylece piyasayı etkilemiştir. Petrol fiyatları düşünce rakipleri

de satış yapabilmek için mecburen fiyat kırmak durumunda kalmış ve böylece zarar etmeye başlamıştır. Nihayetinde iflas eden petrol ofisleri Rockefeller tarafından alınmış ve

serbest piyasa ekonomisi güçlü olan Rockefeller'ı kartelleştirmiştir. Rockefeller kartelleştikten sonra petrol fiyatlarını yükseltmiş ve böylece kartelleşme uğruna uğradığı zararların kat ve kat üstünü kazanmıştır. Rockefeller bunu serbest piyasa ekonomisine borçludur. Çünkü herhangi bir malın piyasasında yani pazarında üretim veya tüketimin %33'ü gibi bir oranı elinde tutan kişi o piyasayı ele geçirebilmektedir. Bu kişi üretici ise üretim kısarak fiyat yükseltir veya üretimi artırarak fiyat düşürüp küçük rakiplerinin iflasına yol açabilir. Eğer bu kişi tüketici ise

(24)

kaldı" korkusuna kapılarak fiyat düşürür. Örneğin 1999-2000 yılları arasında sert geçen kış nedeni ile petrol tüketimi arttı. Petrol fiyatları da 35 dolara kadar çıktı. Çünkü petrol üretiminin üçte birinden çok fazlasını elinde tutan OPEC üyeleri imkanları olduğu halde talebe uygun üretim yapmak istemiyordu. Böylece serbest piyasa ekonomisinde üretici baskısını örneklemiş olduk. Bunun karşısında dünyanın en büyük petrol tüketen Batı ülkeleri,

OPEC üyesi ülkelerde siyasi krizlere neden olacak faaliyetlerde bulundular. Bu sebeple Mart 2000'de OPEC toplantısından petrol üretimini artırma kararı çıktı. Yani "tüketici baskısı". Özetle Batılı büyük şirketler Türkiye gibi yüksek nüfuslu ülkelerde pazar oluşturabilmek ve kar elde edebilmek için "serbest piyasa ekonomisine" ihtiyaç duyar ve bu ekonomik modeli o ülkelere dayatır. Bu model zamanında Türkiye'ye de dayatılmış ve Türkiye, Özal ile birlikte bu modeli benimsemiş, Tayyip Erdoğan ile birlikte tamamen hayata geçirmiştir. Böylece hem Batılı şirketler mallarına pazar yaratmış hem siyasi liderler Batı’yı memnun edebilmiş hem de Batı’nın açtığı pazar nedeniyle yalancı bir sermaye akışı piyasayı diri tutmuştur. Olan Batı’nın şirketlerinde

asgari ücretle çalışan işçiye, güvensiz koşullarda iş kazaları yüzünden telef olan işçiye, büyük karteller altında ezilen yerli sektöre olmuştur.

60 - Özal döneminde şimdilerde de yaşadığımız çok önemli bir süreç yaşanmıştır. Humeyni, ABD'nin sadık dostu Pehlevi'yi iktidardan indirip yerine Batı ile kavgalı bir İslam devleti kurmuştu. Bu olaylardan sadece aylar sonra Saddam'ın Irak'ı İran'la savaşa tutuştu. Sonuçta sekiz yıl sürecek bir savaş başlamış, ABD Irak'ı desteklemiş müslüman ülkeler birbirine

kırdırılmış ve Türkiye ise bu dönemde tıpkı 1950-1953 savaşında olduğu gibi tahıl ambarı işlevi görmüş ve savaş sırasında Türk tarım ürünleri bölgede savaşan güçlere ihraç edilmiş, ekonomi geçici bir ferahlık yaşamıştır. Gariptir, Menderes ve Özal'ın hükümete gelir

gelmez yaşadığı bu talihli olayın aynını Tayyip Erdoğan da yaşayacak ve AKP göreve gelir gelmez ABD Irak'a girecek ve Türkiye bu kez de tarım ürünlerini ABD'ye satarak geçici bir ekonomik ferhalık yaşayacak böylece halk ekonomik ferahlık için iktidara dua edecekti.

61 - Özal ve Erdoğan arasındaki bir diğer benzerlik ise Kürt açılımıdır. Özal hiç ortada yokken durduk yere AB üyeliği için gerekirse özerkliğin dahi konuşulabileceğini, federasyon hayallerini ortaya atmış ve ülkemizde var olan bölücü kesimlerin kalplerine bir gün yeşerecek "bağımsız kürdistan" hayallerini ekmiştir. Aynı zamanda Özal, Barzani ve Talabani ailelerini

dünya siyasetine sokan insandır. Özal bu iki isme verdiği diplomatik pasaport sayesinde bu

iki isim Türk pasaportlarıyla Avrupa’da faaliyet güdebilmiştir. Özal bu iki Kürt siyasi aktörün günün birinde Irak'ta cumhurbaşkanlığına ve bölgesel Kürt yönetim liderliğine yükselen

kariyerini başlatmıştır.

62 - Özal ve Erdoğan'ın başka benzer özellikleri ise dış politikada atılan başarısız hamlelerdir. Özal, Musul ve Kerkük'ü almak isteyince Irak'la, devlete yük oluyorsunuz diyerek Kıbrıs'la ve “onların çoğu Şiidir, İran'a yakındır” diyerek Azerbaycan’la durduk yere papaz olmuştur. (Bkz: Sıfır Sorun Politikası)

63 - Özal ve Erdoğan arasındaki benzerlikler saymakla bitmez. İran-Irak savaşının 1988'de bitmesi üzerine Saddam gözünü başka bir ülkeye, Kuveyt’e dikmişti. Fakat ABD'den çekiniyordu.

ABD büyükelçisi ise ABD'nin Arap coğrafyasıyla ilgilenmediğini, buradaki olaylara

karışmayacağını söylüyordu. Oyuna gelen Saddam Kuveyt’e saldırınca ABD 1. Körfez

(25)

Özal, tıpkı şimdilerde olduğu gibi ABD'den yana tavır koymuş ve savaşa katılarak “bir koyup üç

almak” istemiştir. Özal da tıpkı Erdoğan'ın "Esad üç ayda düşer" beyanı gibi Saddam’ın kısa

sürede kaybedeceğini iddia ediyor, ABD ise Türkiye'nin üs olarak kullanılmasını talep ediyordu.

ABD doğrudan Bağdat'a yürümek yerine Irak'ın güneyine asker yığdı. Kuzeyde ise Barzani & Talabani kartını oynadı. Özal'ın pasaport verip dünya siyasetine soktuğu bu iki Kürt lider

Amerika'nın isteği doğrultusunda kuzeyde büyük bir Kürt isyanı başlattı.

64 – ABD 15 Ocak 1991'de güneyden Irak'a saldırınca Özal da fırsat bu fırsat kuzeyden Irak'a saldırmak ve Musul & Kerkük bölgelerini almak istiyordu. Medya sürekli Saddam'ın Türkiye'yi

vurabileceğinden, Ankara'nın tehlikede olduğundan bahsederek halkta bir tür Saddam korkusu pompalıyordu. Kürt isyanı genişleyince Özal artık vaktin geldiğini söylüyordu. Fakat

tam bu esnada hiç hesapta olmayan bir gelişme yaşandı. Dönemin genelkurmay başkanı Necip Torumtay bu politikaya karşı çıktı. Ardından görevinden istifa etti. Asker müdahaleye karşıydı. Devlet kendisini Özal'ın hayallerinden koruyordu, ordu yeniden siyasete müdahil hale geliyordu. Özal'ın cumhurbaşkanı olduktan sonra başbakan olarak seçtiği Yıldırım Akbulut bile bu harekata karşı çıkıyordu. ABD Saddam'ı güneyde Şii, kuzeyde ise Kürt isyanıyla yorarken aynı

zamanda Bağdat'ı bombalıyor, fakat Saddam bu iki isyanı da kanlı şekilde bastırmayı başarıyordu. Türkiye'nin saldırması gerekiyordu. Özal da istiyordu. Fakat olmamıştı. Kuzeyde

Kürtler yalnız kalmış, Türkiye müdahale edememiş, ABD Barzani ve Talabani’yi yalnız

bırakmıştı. Saddam'ın zulmünden kaçan Kürtler Türkiye'ye sığınmak için sınırı geçmek

istiyordu. Tıpkı yıllar sonar IŞİD’den kaçtıkları gibi. Senaryo aynıydı.

65 - ABD her krizi bir fırsata çeviriyor, Kürtleri Saddam'a ezdirerek kuzeyde topluyordu. Kuzeye kaçan Kürtler kuzeyde yoğun bir Kürt nüfusu haline geliyor, ABD Saddam'ın 32. enlemin kuzeyine geçmesini yasaklıyordu. Böylece kuzey Kürtlerin egemenlik sahası haline gelecekti. ABD ileride Kuzey Irak'ta kurulacak Kürt devletinin temellerini atıyor, Türkiye'nin

güneydoğusunu ve Suriye'nin kuzeyini tehlikeye atan bir politika sinsice kök salıyordu. Özal iç

basında bölgesel lider olarak lanse ediliyor ve kutsanıyordu.

66 - ** (Yazar notu: İki yıldız koyduğumu farketmişsinizdir. Evet. Bilerek koydum. Çünkü bu madde ve devam maddeleri dikkatlice okumanızı istiyorum. zira bu maddelerde yazılarım arasındaki en önemli maddelerdir.) İşte tam da bu sıralarda aslında bölgesel bir lider olmayan ve Amerika'nın planını kavrayamayan Özal ortaya bir teklif attı. Türkiye'ye büyük Kürt göçü geliyordu ve Özal bu göçü önlemek için Kuzey Irak'ta tampon bölge oluşturulmasını ve bu

References

Related documents

federal trial court in New York rejected a mother’s claim against a faith-based school when offi - cials refused to admit her children, because her objection to vaccinations was

Ending VAT zero-rating for trade between EU member states would sharply reduce the scale of refunds and eliminate some of the most tempting opportunities for missing trader frauds.

Mycopsylla species appeared highly host-specific, but host specificity patterns were

A review of the literature on the chronic health effects of ambient air pollution suggests that studies using the American Cancer Society (ACS) cohort to assess the relation

the target property to make a more emphatic point. This enabled a definition of hyperbole not just in terms of its form, but in terms of its effects and its purpose. We

Esses profissionais da educação devem ser formados, predominantemente, Esses profissionais da educação devem ser formados, predominantemente, nas atuais Faculdades de Educação,

In order to study protein structure using sequence information, various homology parameters were calculated and their relationship with Cα packing density

una If this parameter value is set to true the first 9 characters of the input stream would be read as the UNA segment and the separator and terminator characters in the Edi2XML