• No results found

Ortaçağ Avrupa'sının Ekonomik Ve Sosyal Tarihi

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Ortaçağ Avrupa'sının Ekonomik Ve Sosyal Tarihi"

Copied!
250
0
0

Loading.... (view fulltext now)

Full text

(1)
(2)

HENRI PIRENNE

(3)

Histoire de Moyen Age, H enri Pirenne, G ustave Cohen, Henri Focillon © 1933 Presses U niversitaires de France

Economie and Social Hiscoty o f Médiéval Europe © 1936 Routledge & Kegan Paul Ltd.

iletişim Yayınlan 1120 • Tarih Dizisi 36 ISBN-13: 978-975-05-365-8

© 2005 İletişim Yayıncılık A. §. 1-2. BASKI 2005-2007, İstanbul 3. BASKI 2009, İstanbul

DİZİ KAPAK TASARIMI Üm it Kıvanç KAPAK Suat Aysu

UYGULAMA Hüsnü Abbas

DÜZELTİ Serap Yeğen

BASKI ve CİLT Sena Ofset

Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi B Blok' 6. Kat No. 4NB 7-9-11 Topkapı 34010 İstanbul Tel: 212.613 03 21

İle t iş im Y a y ın la rı

Binbirdirek Meydanı Sokak iletişim Han No. 7 Cağaloğlu 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58

(4)

HENRI PIRENNE

Ortaçağ

Avrupa’sının

Ekonomik ve

Sosyal Tarihi

Economic and Social History o j Medieval Europe

İNGİLİZCE’DEN ÇEVİREN U yg u r K ocabaşoğlu

(5)

HENR1 PIRENNE (d: 1862 - ö: 1935) Ortaçağlar Avrupası ve Belçika tarihinin önde gelen araşurıcılanndan birisi olan Henri Pirenne, 23 Aralık 1862'de Belçika’da doğ­ du. Büyük bir sanayicinin oğlu olan Pirenne, Liege Ûniversitesi’nde doktora öğreni­ mi yaptı. Leipzig, Berlin ve Paris üniversitelerinde çalışmalarını sürdüren Henri Pi- renne, 1886 yılında Ghcm Üniversitesi’nde profesör oldu. 1930 yılında emekli olana kadar aynı üniversitede Ortaçağlar ve Belçika Tarihi dersleri verdi.

Almanların Belçika’yı işgali sırasında ders vermeyi reddeden Henri Pirenne 1916 ile 1918 yıllan arasında A lm anlar tarafından hapsedildi. Ö lüm ünden sonra yayım­ lanmış olan Avrupa Tirrilıfnin taslağını bu m ahpusluk yıllannda belleğinde oluştur­ d u . Pirenne’in ilk önem li kitabı, Ortaçağlarda Din ant Kentinin Anayasası Tarihi (1889) adlı ortaçağlar kent hayaunı anlatan çalışmasıdır. En önemli yapıtı yedi ciltlik Belçika Tarihi (1900-1932) Henri Pirenne’e uluslararası bir ü n kazandırdı.

Henri Pirenne’in 1922 yılında Amerika'daki Princeton Ûniversitcsi'nde verdiği dersler daha sonra (1925) Ortaçağ Kentleri adı alunda yayımlandı. Bu yapıt, orıaçag- iann sonlannda kentsel merkezlerin ve ticari faaliyetlerin canlanışının klasik bir çö ­ zümlemesi sayılır. Ö lüm ünden sonra yayınlanan Muhammcd ve Şarlman (1937) adlı yapmnda Pirenne, Roma Im paraıorlugu’nun çöküşünün Cermen istilalarının değil, Akdeniz’deki Arap egemenliğinin bir sonucu olduğu tezim ortaya attı. Çok eser ver­ m iş bir tarihçi olan Pirenne’in öteki önemli yapıtları arasında Eclcmenk'delti Eslıi De­

mokrasiler (1910), Ortaçağların Sonu (1931), Ortaçağ Kent Anayasalarının Kökeni

(1895) sayılabilir.

Belçika Kraliyet Tarih Komisyonu Başkanlığı ve Uluslararası Tarih Kongresinin yöneticiliğini de yapmış olan Henri Pirenne’in Ortaçağ Avrupacının Ekonomik ve Sos­

yal Tarihi (1933) adlı bu yapıtı ortaçağ Avrupa tarihinin başeserlerinden biri sayıl­

maktadır.

Pirenne’in ülkemizde bir diğer kitabı Ortaçağ Kentleri /.Kökenleri ve Ticaretin Can­ lanması (çcv. Sadan Karadeniz) İletişim Yayınlan’ndan çıktı.

(6)

İçindekiler Önsöz... 7 G İ R İ Ş ...9 B İ Rİ NCİ B O L Ü M T İ CARETİ N C AN L A N I Ş I ...25 ı. Akdeniz... 25

2. Kuzey Denizi ve Battık Denizi... 31

3 . Ticaretin Canlanışı... 36

İ Kİ N C İ B Ö L Ü M Ke n t l e r... 5 i ı. Kentsel Hayatın Canlanışı...51

2. Tacirler ve Burjuvazi...56

3. Kentsel Kurumlar ve Hukuk... 62

Ü Ç Ü N C Ü B Ö L Ü M To p r a k v e Ki r s a l Si n i f l a r... 7 i ı. Manor örgütlenmesi ve Sertlik... 71 2. Onikinci Yüzyılın Başından İtibaren Tanmdakİ Değişmeler .81

(7)

D Ö R D Ü N C Ü BÖL Ü M

On ü ç ü n c ü Yü z y i l i n So n u n a Ka d a r T Ic a r e t _____ 103

ı . Tica re t H a re k e tle ri _... 103

2. Panayırlar--- — ... 113

3. Para... 121

4* Kredi ve Para Alışverişi... „....136

BE Ş İ N C İ BÖL Ü M On ü ç ü n c ü Yü z y i l i n So n u n a Ka d a r U L U S L A R A R A S I T İ C A R E T... 161

ı. Mallar ve Uluslararası Ticaretin....Yönleri... „161

2. Uluslararası Ticaretin Kapitalist...Niteliği... 181

A L T I N C I B Ö L Ü M Ke n t s e l Ek o n o mİ v e En d ü s t rİnİn Dü z e n l e nİşI 189 ı. Ekonomik Merkezler Olarak Kentler. Kentlerin Beslenmesi ... „...189

2. Kentsel Endüstri... 198

Y E D İ N C İ B Ö L Ü M O N D Ö R T V E O N B E Ş İ N C İ Y Ü Z Y I L L A R D A K İ E K O N O M İ K D E Ğ İ Ş İ M L E R ... t ı ı ı. Felâketler ve Toplumsal Karışıklıklar... — ... 213

2. Himayecilik, Kapitalizm ve Merkantilizm ... 231

(8)

Ö n söz

izleyen sayfalarda, Roma lm paratorlugu’n u n sonundan on- beşinci yüzyılın ortalarına kadar, Batı Avrupa’nın ekonom ik ve toplum sal evrim inin nitelik ve genel doğrultusunu ana çizgileriyle anlatmaya çalıştım. Bu geniş alanı, parçalarının birbirleriyle sürekli iletişim içinde bulunduğu tek bir bütün olarak görmeye gayret ettim. Başka deyişle, uluslararası bir hareket noktası benim sedim ve her şeyden önce, yalnızca farklı ülkelerde değil fakat aynı ülkenin farklı kesimlerinde aldıkları özel görünüm leri ikinci planda tutarak, betim le­ n en olayların aslî karak terini ortaya koym aya uğraştım . Böylece doğal olarak, Ortaçağlar boyunca ekonom ik hare­ ketin en tam ve en hızlı geliştiği ülkelere, örneğin tüm Av­ rupa’daki dolaylı ya da doğrudan etkileri her zaman gözle­ nebilecek olan Felem enk ve İtalya gibi ülkelere özel bir önem vermek d urum unda kaldım.

Bilgi dağarcığımızda hâlâ o kadar çok boşluk var ki, olay­ ları açıklamak, onlann içsel bağlantılarını izleyebilmek için olasılıklara ya da varsayımlara başvurm ak zorunlu oluyor. Ancak gerçeklere haksızlık etm em ek için kuram lara

(9)

sığın-mamaya özen gösterdim. Amacım gerçekler tarafından yön­ lendirilmektir. Bununla birlikte başarılı oldum diye k uşku­ suz övünemem. Son olarak, en tartışmalı sorunları bile, el­ den geldiğince açık bir biçimde ortaya koymaya çalıştım.

O k u y u cu n u n benim açıklam alarım ı tam am lam a ya da görüşlerim i eleştirm esine olanak verecek kitaplara ilişkin gerekli göndermeler, her bölüm e eklenm iş (İngilizce baskı için özel olarak gözden geçirilmiş) bibliyografyalarda bu lu ­ nabilir. Bu bibliyografyalarda, içeriklerinin zenginliği ya da sonuçlarının önemi açısından gerçekten değerli olan eserle­ ri vermeyi amaçladım ; bu, süreli yayınlardaki çok sayıda makaleye yer verişim in nedenini de açıklayacaktır. Kolay­ lıkla görülebilecek eksiklikler için şim diden özür dilem eli­ yim. Bunların bir kısmı benim kendi bilgisizliğimin, bir kıs­ mı da, b ü tü n seçme bibliyografyaların, kaçınılm az bir bi­ çimde, bu seçmeyi yapanın tercihlerini yansıtması gerçeği­ nin bir sonucudur.

HENRI PlRENNE

(10)

G IrIş

Batı Avrupa’da, onbirinci yüzyıldan itibaren yer alan ekono­ m ik canlanm ayı anlayabilm ek için, ilkin, önceki dönem e bir göz atm ak zorunludur.

Burada benimsememiz gereken bakış açısına göre, beşinci yüzyılda Batı Avrupa topraklarında kurulan barbar krallık­ larının, eski uygarlığın en çarpıcı ve kaçınılmaz karakterini, yani Akdeniz karakterini hâlâ koruduğunu ilk bakışta görü­ rüz.1 Eski dünyanın b ü tü n uygarlıkları, karalarla kuşatılmış bu büyük denizin çevresinde doğm uştur. Bu eski uygarlık­ lar onun aracılığıyla iletişimde bulunm uşlar, fikir ve ticaret­ lerini onun aracılığıyla geniş alanlara yaymışlardır ki bu d u ­ rum , Akdeniz’i, Britanya’dan Fırat’a tüm eyaletlerin etkin­

1 Bu gerçek, g ü n ü m ü zd e, b e ş in d yüzyıldaki istilâların Avrupa uygarlığım yıktı­ ğım ve d ö n ü ştü rd ü ğ ü n ü ileri süren iarihçilerce bile genellikle kabul edilm ekte­ dir. Bkz. E L ot, Histoire du Moyen Age (Histoire Générale, Ed. G. G lotz), s. 347. A. D opsch, Wirtschaftliche und soziale G rundlagen der Europaeischen Kulturent-

wicketung aus der Zeit von Caesar bis a u f Karl den Grossen, 2'nci baskı (Viyana

1923-4, 2 cilt) adlı yapıt, im p arato rlu k ta A lm anların yerleştirilm esinden önce ve sonraki dönem lerde iktisat tarihi açısın d an b ir k o p m an ın olm adığını göster­ m esi açısından değerlidir.

(11)

liklerini bir araya getiren, Roma İm paratorluğu’nun gerçek anlam da m erkezi haline getirm iştir. Ancak büyük deniz, Cermen istilâlarından sonra bu geleneksel rolünü sü rd ü r­ müştür. İtalya, Afrika, İspanya ve Galya’da yerleşen barbar­ lar için, Bizans İm paratorluğu ile ilişkilerinin aracısı olmaya devam etmiş ve böylelikle sürdürülen ilişkilerin, kısaca, es­ ki dünyanın devamı olan ekonom ik hayatın desteklenm esi­ ni olanaklı kılmıştır. Burada, Suriye denizcilerinin beşinci yüzyıldan sekizinci yüzyıla kadar Batı ile Küçük Asya li­ manları arasındaki faaliyetlerini, Akdeniz havzasının eko­ nom ik birliğinin sem bolü ve aracı olan Roma altını soli- dus’un Cerm en krallıklarınca korunm asını ve son olarak, insanların hâlâ, tıpkı Romalılar gibi, haklı olarak Mare nost- rum (Bizim Deniz) diye adlandırabilecekleri bu denizin kı­ yılarına yönelik ticaretin genel doğru ltusun u hatırlatm ak yeterlidir. Islâmiyetin yedinci yüzyıl içinde birdenbire sah­ neye çıkışı ve bu büyük Avrupa gölünün doğu, güney ve batı kıyılarının fethiyle durum , tarihin bundan sonraki tüm akışını etkileyecek olan sonuçlarıyla, değişmiştir.2 Bundan böyle Akdeniz, o zamana kadar Doğu ve Balı arasında yüz­ yıllar boyu sürdürdüğü bağlantı olma işlevini yitirmiş, bir engel olmuştur. Her ne kadar Bizans İm paratorluğu, donan­ ması sayesinde, İslâm saldırılarını Ege Denizi, Adriyatik ve İtalya’nın güney sınırlarından püskürtm eyi başarmışsa da, Tiran Denizi,bütünüyle Sarazen’lerin* egemenliği altına gir­ miştir. Balear Adaları, Korsika, Sardinya ve Sicilya, bu deni­

2 H. Pirenne, Mahomet el Charlemagnc, ve Un contraste économique: Mérovingi­

ens et Carolingiens Revue belge de phiologie et d'histoire. Aynı yazar. Les villes du Moyen Age, s. 7 ve dev. (Brüksel 1927). Bu görüş b u ra d a y a n u la n m a si m ü m ­

k ü n olm ayan itirazlara yol açm ıştır. Bu k o n u d \ki b ir d eğ erlen d irm e 11. La- u ren ı’in, Les travaux de H. Pi renne sur la fin du monde antique et les débuts du

Moyen Age adıyla Byzantion, c. V il, s. 4 9 5 ve devam ında görülebilir.

(*) Sarazen ya da Sarakcn (Saracen): A vrupaltlann genel olarak M üslüm an Arap- lara verdikleri ad - ç.n.

(12)

zi, güneyden ve batıdan kuşatan Araplara, bölgedeki ege­ m enliklerini tamamlayan deniz üsleri sağlamıştır. Sekizinci yüzyılın başından itibaren bu büyük deniz dörtgeni içindeki Akdeniz ticareti mahvolmuş ve tüm ekonom ik hareket şim­ di Bağdat’a yönelmiştir, lbn-i H aldun, canlı bir anlatımla, “Hıristiyanlar,” diyor, “burada artık bir tahta bile yüzdüre- mezler.”3 Bir zamanlar ortak âdetlerin, ihtiyaçların ve fikir­ lerin etkileşimini sürdüren bu kıyılarda, iki uygarlık ya da daha do ğ ru su iki yabancı ve d ü şm an dün ya, H ilâl’in ve Haç’ın dünyası şimdi karşı karşıya gelmişti. Cerm en istilâla­ rına karşı koyabilen antikitenin ekonom ik dengesi, İslâm’ın saldırısı karşısında çöktü. Karolenjler, Arapların Pirene’lerin kuzeyine yayılmasını önlediler ama denizi yeniden ele geçi­ remediler ve hatta yetersizliklerinin bilinci içinde bunu de­ nemediler bile. Şarlman İm paratorluğu, Roma ve Merovenj Galya’sım n tam tersine, esasen bir kara im paratorluğu ya da (bazılarının yeğleyeceği bir anlatımla) bir kıta im paratorlu­ ğu idi. Ve bu temele ilişkin olgudan, zorunlu olarak, erken Ortaçağlara özgü yeni bir ekonom ik düzen doğdu.“

M üslüm anların daha ileri uygarlığından H ıristiyanların pek çok şey ödünç aldığını bize gösteren daha sonraki tari­ hin, ilk dönemlerdeki ilişkiler konusunda aldatıcı görüşleri beslem esine izin verilm em elidir. BizanslIların ve onların Napoli, Amalfi, Bari ve hepsinden çok Venedik gibi uzakta­ ki lim anlarının, dokuzuncu yüzyılda, Sicilya Arapları, Afri­ ka, Mısır ve Küçük Asya ile oldukça etkin bir biçimde tica­ ret yaptığı doğrudur. Ancak Batı Avrupa ile olan durum ol­

3 Gcorges Marcais’in Histoire et hisloriens de l'Algerie, s. 212'de (Paris 1931) be­ lirttiği gibi, “K uzey Afrika ülkelerinin Islâm iyetin y önetim i altına girdiği andan itibaren, ara sıra görülen istisnalar dışında, b ü tü n O rtaçağlar boyunca, Kuzey A frika ülkeleriyle H ıristiyan Avrupa arasındaki k ö p rü le r atılm ıştı... Kuzey Afri­ ka ülkeleri. Doğu âlem inin bir eyaleti haline gelm işti." lb n -i H ald u n 'u n m etni­ ne ilişkin bilgiyi G. Marcais’in nazik bir m e k tu b u n a borçluyum .

(13)

dukça farklıydı. Burada, karşı karşıya gelen iki dinin d ü ş­ manlığı, tarafları savaş halinde tutuyordu. Sarazen korsanla­ rı Lion Körfezi’nin kıyıya yakın kesimlerini, Cenova’nm gi­ rişini, Toskanya kıyılarını sık sık taciz etm ekten hiçbir za­ man geri durmadılar. Pisa’yı 935 ve 1004 yılında yağmaladı­ lar ve Barselona’yı 985’te yıktılar. Onbirinci yüzyılın başın­ dan önce bu yörelerle İspanya ve Afrika’daki Arap limanları arasında herhangi bir iletişimin olduğunu gösteren en kü ­ çük bir iz bile yoktur. Kıyı boyunda güvensizlik öylesine b ü y ü k tü r ki, M aguelonne pisk op o slu ğu n u M ontpellier’e nakletmek zorunlu olmuştur. Kıtanın kendisi de saldırıdan korunm uş değildi. O nu ncu yüzyılda M üslüm anların Alp- ler’de, Garde-Frainet’de asker! bir ileri karakol kurduklarını ve orada Fransa’dan İtalya’ya geçen yolcu ve hacıları rehine olarak tuttuklarını ya da öldürdüklerini biliyoruz. Aynı dö ­ nemde Roussillon, onların Pireneler ötesine taşıdıkları akın- ların dehşeti içinde yaşamıştır. Sarazen akıncıları 846 yılın­ da Roma’ya kadar ilerlemişler ve Sainı Angelo. kalesini ku­ şatmışlardır. Bu koşullar altında Arapların yakınlığı, Batı’nın H ıristiyanlanna katışıksız felâketten başka bir şey getire­ m ezdi. Saldırıya, geçmeyi düşünem eyecek kadar zayıf ol­ duklarından kendi içlerine çekildiler ve üzerinde artık tehli­ keyi göze alamadıkları denizi rakiplerine terk ettiler. Aslın­ da, dokuzdan onbirinci yüzyıla kadar Batı içine kapandı. Her ne kadar uzun aralıklarla Konstantinopolis’e elçiler yi­ ne de gönderiliyor ve oldukça çok sayıda hacı adım larını K udüs’e yöneltiyorduysa da, hedeflerine lllirya ve Trakya üzerinden uzun ve zor yolculuklar sonucu ya da Adriyatik’i aşarak İtalya’nın güneyindeki Bari’den Rum gemileriyle ula­ şıyorlardı. Nitekim, onların bu seyahatlerini, bazen yapıldı­ ğı gibi, İslâm yayılm asından sonra Balı Akdeniz’de deniz ulaşım ının devam etliğinin bir kanılı olarak gösterm enin haklı nedeni yoktur. Deniz ulaşımı tamamen son bulm uştu.

(14)

Akdeniz’in büyük bir ticaret yolu olm uş olmasına karşın, ticari faaliyet de varlığını sürdürem edi. Ticaretin canlı oldu­ ğu sürece, İtalya, İspanya, Afrika ve Galya limanlarıyla b un­ ların h in te rla n tın d a ticareti, denizciliğin sü rd ü rd ü ğ ü n ü gösterm ek kolaydır. Elim izdeki, m aalesef pek nadir olan belgeler, Arap istilâsına kadar, tüm bu ülkelerde bir profes­ yonel tüccar sınıfının, varlığı in k âr edilem ez am a önem i belki söz götürür bir ihracat ve ithalât ticaretini sürdürdük­ lerini kuşkuya yer vermeyecek şekilde gösteriyor. Böylelik­ le Roma kentleri, deniz kıyısından kuzeye doğru, en azın­ dan Ren Vadisi’ne kadar uzanan bir trafiğin toplanm a nok­ taları ve iş m erkezleri olarak kaldılar. Bu merkezlere, Akde­ niz kıyılarına boşaltılan, baharat, doğu şarapları, papirüs ve yağ ithal ediliyordu.5

Yedinci yüzyılda M üslümanlığın yayılmasıyla Akdeniz li­ m anlarının kapanm ası, zoru n lu olarak, bu faaliyetin çok hızlı bir biçimde gerilemesine yol açtı.6 Sekizinci yüzyıl bo­ yunca ticaretin durm ası, tacirlerin ortadan kalkışını doğur­ du ve onlarca ayakta tutulan kent hayatı da aynı zamanda yok oldu. Roma kentleri, piskoposlukların yönetsel m er­ kezleri oldukları ve bu nedenle piskoposların yaşadığı ve kalabalık ruhban heyetlerinin toplandığı yerler olmaları ne­ deniyle elbette varlıklarını sü rd ü rd ü ler ama, hem ekono­ mik önem lerini hem de beledî yönetim lerini yitirdiler. Ge­ nel bir fakirleşme apaçıktı. Altın sikke ortadan kalkarak,

5 R Scheffer-Boichorst, Die Syrer im Abendlande, bkz. M iltcilungen des In stilu tsfü r

Oesterrcichischc Ceschichts/orschung, c. VI (1 3 8 5 ), s. 521 ve dev.; L. Bréhier, Les

colonies des Orientaux en Occident au commencement du Moyen Age, bkz. Byzan-

tinischri/t Zeitschrift, c. XII (1903), s. 11 ve dev.; J.E bersolt, Orient et Occident

(Paris 1929), s. 26 ve dev.; H. Pirenne, Le commerce du papyrus dans la Gaule Mérovingienne, bkz. Comptes rendus des séances de l'Acad. des Inscriptions et Bel­ les-Lettres, 1928 s. 178 ve dev.; aynı yazar. Le Cellarium fisci, bkz. Bull, de la

Classe des Lettres de l'Acad Royale de Belgique, 1930 s. 201 ve devam ı.

6 Yalnızca bu n o k tad a E. Sabbé'nin Revue helg. de pliilol. ci d'hist. 1934-35’teki iki m akalesine bakınız.

(15)

Karolenjlerin onun yerine ikame etm ek zorunda kaldıkları güm üş sikkeye yerini bıraktı. Eski Roma altını solidııs'un yerine k urduklan yeni para sistemi, antik ekonom iden ya da Akdeniz ekonom isinden kopuşlarının açık bir delilidir.

Şarlm an devrini, hem en h er zam an yapıldığı gibi, bir ekonom ik gelişme dönem i olarak düşünm ek açıkça yanlış­ tır. Bu k uruntudan başka bir şey değildir. Gerçekle, Mero- venjlerle karşılaştırıldığında, Karolenj dönem i, ticarî bakış açısından bir düşkünlük, hatta gerileme çağıdır.7 Şarl, eğer denemiş bile olsaydı, deniz ticaretinin yok oluşunu ve deni­ zin kapanışının kaçınılm az sonuçlarını önlem eyi başara­ mazdı. Bu sonuçların Gûney’i etkilediği şiddetle Kuzey'i et­ kilemediği yeterince doğrudur. Dokuzuncu yüzyılın ilk ya­ rısında Q uentovic (b u g ü n k ü E tap-les-sur-la C anche) ve Duurstede (Ren üzerinde U trecht’in yukarısında) limanları oldukça sık ziyaret ediliyor ve Frizye* gem ileri, Scheldı, Meuse (Maaş) ile Ren nehirlerini aşmayı sürdürüyor; Kuzey Denizi boyunca kıyı ticaretini devam ettiriyorlardı.8 Ancak, bu gerçekleri, yeniden doğuşun belirlileri olarak hayal et­ m ekten kaçınmalıyız. Bunlar, Roma İm paratorluğu zam anı­ na kadar geri giden ve Merovenjler dönem inde de devam eden bir faaliyetin duraklam asından başka bir şey değildir.9 Aix-la-Chapelle’deki kraliyet sarayının alışılagelmiş varlığı­ nın ve onun pek çok sayıdaki personelinin geçiminin sağ­

7 L. H alphen, Eludés critiques sur l’histoire de Charlemagne, s. 239 ve dev. (Paris 1921); H. Pirenne, a.g.y., bkz. 1 no’lu dipnot.

(*) K uzey F elem enk ahalisine verilen ad - ç.n.

8 O. Fengler, Quentowic, seine m aritim e Bedeutung unter Merowingern und Karo­

lingern, bkz. Hansische Ccschichtsblatter, 1907, s. 91 ve devam ı H. Pirenne, Draps de Frise ou draps de Flandre? bkz. Vierteljahrschrift f ü r social-und W irtsc­ haftsgeschichte, VII (1 9 0 9 ), s. 3 0 8 ve devam ı H. Poclm an, Ceschiedents van den handel van Noordnedcrland gedurende het Merowingische en Karolingische lijd- perk (A m sterdam 1908).

9 E C um ont, Comment la Belgique fu t romanisée, 2'nci baskı (B rüksel), 1919.

(16)

lanması zorunluluğunun çevre alanlarda ticaretin yalnızca varlığını sürdürm esine değil, hatta gelişmesine katkıda b u­ lunm uş olması ve buraları, im paratorluk içinde bazı ticarî faaliyetlerin gözlenebileceği biricik yerler haline getirmesi olanaklı ve olasıdır. Ancak, böyle olm uş olsa da, Kuzeyliler geçmişin bu son kalıntılarına bir son verdiler. D okuzuncu yüzyılın bitim inden önce Quentovic ve Duurstede, yıkıntı­ larından b ir daha hiçbir zam an doğrulam ayacak şekilde adamakıllı yağmalandı ve yıkıldı.

Akdeniz’in Doğu ve Batı arasındaki büyük etkileşim yolu oluşunun yerini Tuna Vadisi’nin almış olduğu düşünülebilir ve zaman zaman gerçekten düşünülm üştür de. Aslında bu, eğer başlangıçta Avarlar, daha sonra Macarlar tarafından ola­ naksız kılmmasaydı olabilirdi de. Kaynaklar bize, Strasburg tuzlalarından yüklenen birkaç m avnadan başka bir ticaret trafiği o ld uğ un u göstermiyor. Elbe ve Saale kıyılarındaki putperest Slavlarla yapılan sözüm ona ticarete gelince, bu iş, barbarlara silah sağlamayı amaçlayan ya da imparatorluğun tehlikeli kom şularından Karolenj birliklerinin aldığı savaş tutsaklarını daha sonra köle olarak satabilm ek amacıyla sa­ tın alm aktan öteye geçmiyordu. Kilise kayıtları açıkça gös­ term ektedir ki, sürekli güvensizlik içinde olan bu askerî sı­ nır boylarında normal ve düzenli bir ticaret trafiği yoktu.

Sahip olduğum uz verilere göre, oldukça açıktır ki, seki­ zinci yüzyıl sonlarından itibaren Batı Avrupa, tamamen ta­ rımsal bir durum a geri döndü. Toprak, tek yaşama kaynağı ve zenginliğin biricik koşulu oldu. Topraklarından sağladığı gelirinden başka bir şeyi olmayan im paratordan en mütevazi serfe kadar, nüfusun bütün kesimleri, doğrudan ya da dolay­ lı olarak, ister kendi emeği ile üretsin, isterse bunları topla­ mak ya da tüketm ek biçiminde olsun, toprağın ürünleriyle yaşar durum a geldi. Taşınabilir zenginlikler ekonom ik ha­ yatta artık hiçbir rol oynamıyordu. Her türlü toplumsal va­

(17)

roluş, toprak mülkiyeti ya da toprağa tasarruf temeli üzerine oturdu. Dolayısıyla bu temel üzerine oturm ayan bir yöneti­ mi ve askerî sistemi sürdürm ek devlet için olanaksız hale geldi. Şimdi artık ordu m ensuplan /ie/lerden, yöneticiler ise büyük toprak sahipleri arasından seçiliyordu. Bu şartlar al­ tında devletin başının egemenliğini korumak olanaksız hale geldi. Bu egemenlik ilkesel olarak varlığını sürdürdüyse de, uygulamada ortadan kalktı. Feodal sistem yalnızca, her biri­ nin toprağın bir bölüm üne sahip olduğu, bağımsızlaşmış ve kendilerine devredilen otoriteyi miras haklarının bir parçası olarak gören kendi u nsurlannın elinde kamusal otoritenin dağılışını temsil eder. Aslında Batı Avrupa’da do ku zu n cu yüzyıl boyunca feodalizmin ortaya çıkışı, toplum un tam a­ mıyla kırsal bir medeniyete geri dönüşünün siyasal plandaki yansımasından başka bir şey değildi.

Ekonom ik bakış açısından bu uygarlığın en çarpıcı ve en belirgin kurum u büyük m ülktür. Bunun kökeni kuşkusuz çok daha eskilerdedir ve çok uzak geçmişle ilişkisini k ur­ mak kolaydır. Galya’da Sezar’dan önce olduğu gibi, Alman­ ya’da da istilâlardan çok önce büyük toprak sahipleri vardı. Roma İm paratorluğu, büyük Galya m ülklerinin varlıklarını sürdürm elerine izin verdi ve bunlar fatihlerinin m ülklerin­ de var olan örgütsel yapıya kısa sürede kendilerini uyarladı­ lar. İm paratorluk dönem inin Galya villa’sı, m ülk sahibi için ayrılan arazi ve kolonlarıyla (coloni), İtalyan tarım cılarının Cato zam anına ilişkin olarak anlattıkları türden bir söm ü­ rüyü temsil eder. Cerm en istilâları sırasında hemen hiç de­ ğişmeyen, Merovenj Fransa’sının koruduğu bu kurum u, Ki­ lise, Hıristiyanlık yayıldıkça adım adını Ren Nehri’nin öte­ sine taşımıştır.10

10 B ütün b u n la r için o k u y u c u n u n , M. Bloch'un Les carécteres originaux de l'histo­ ire rurale française, s. 67 ve devatnm dakidaki m ükem m el değerlendirm esine başvurm asını salık verm ekle yetineceğim .

(18)

Böylece büyük m ülkün örgütlenişi, hiçbir açıdan, yeni bir şey değildi. Ancak yeni olan şey, ticaretin ve kentlerin orta­ dan kalktığı andan itibaren bunun aldığı yeni işlevsel biçim­ di. Ticaret, büyük m ülkün ürünlerini taşımaya yeterli oldu­ ğu, kentler ise buna bir pazar sağladığı sürece, büyük mülk dışarıda düzenli bir satışa egemen olabiliyor ve dolayısıyla bundan kârlı çıkıyordu. Genel ekonom ik faaliyet içinde yi­ yecek maddelerinin üreticisi ve mamul maddelerin tüketicisi olarak yer alıyordu. Bir başka deyişle, dış dünya ile karşılıklı alışverişi sürdürüyordu. Ama şimdi bunu yapamaz durum a geldi, çünkü arlık ne tacirler ne de kentler vardı. Artık alıcı olmadığına göre kime satış yapacaktı ve ihtiyaç olmadığı için talep edilm eyen ürünleri nerede elden çıkaracaktı? Şimdi herkes kendi toprağında yaşadığı, dışardan yiyecek satın al­ madığı ve talebin büsbütün yok oluşu nedeniyle, toprak sa­ hibi kendi üretim ini tüketm ek zorundaydı. Böylelikle her m ülk, tam da doğru olmayarak “kapalı m ülk ekonom isi” şeklinde tanımlanan ve gerçekle pazarları olmayan basil bir ekonomi türüne kendisini bağımlı kıldı. Bunu isleyerek de­ ğil, zorunluluk sonucu yaptı. Salmak istemediği için değil, fakat alıcıları artık onun alanına giremediği için bunu yaptı. Lord, yalnızca demesnesinin geliri ve kendi köylülerinden sağlayacağı resimlerle yaşamını sürdürm ek için değil, fakat bunları başka yerden sağlayamadığına göre, topraklarının iş­ lenmesi için gerek duyduğu alet ve gereçlerle, hizmetkârları­ nın giysilerini de malikânesinde üretm ek için gerekli düzen­ lemeleri yaptı. Bundan dolayı, erken Ortaçağların malikâne organizasyonunun pek karakteristik bir öğesi olan bu atölye ya da “gynaeceas”, tamamen ticaret ve endüstrinin yokluğu­ nu telâfi etmek amacıyla oluşturulm uştu.

Açıktır ki, bu durum , insanları kaçınılmaz bir şekilde ikli­ min bütün tehlikelerine açık bir konum da bırakıyordu. Ha­ sat yetersiz olduğunda, bir kıtlık durum una karşı biriktirilen

(19)

erzak kısa zamanda tükeniyor ve gerekli olan tahılı sağlamak için insanın tüm zekâsını kullanması gerekiyordu. O zaman, çevrede daha şanslı olan bir kom şudan ya da bolluğun ege­ men olduğu bir başka yöreden bun u sağlamak için serfler se­ ferber ediliyordu. Lord, serilere para sağlayabilmek için de­ ğerli sofra takımlarını en yakın darphanede erittirm ek zo­ runda kalıyor ya da bir kom şu manastırın yöneticisine borç­ lanıyordu. Böylece, atmosfer koşullarının etkisi altında, gelip geçici ve koşullara bağlı bir ticaret varlığını sürdürüyor, kara ve su yollannda ara sıra görülen bir ticaret trafiği devam edi­ yordu. Aynı şekilde, bolluk yıllarında insanlar, tarlalarının ya da bağlarının hasat fazlasını, benzer biçimlerde satmaya çalı­ şıyorlardı. Sonunda, yaşam için zorunlu bir katık olan tuz ancak belirli yörelerde bulunabiliyor ve çaresiz oralardan gi­ dilip alınıyordu. Ancak bütün bunların içinde, özel ve pro­ fesyonel anlam da, ticari faaliyet olarak nitelenebilecek bir şey yoktu. Tacir, deyim yerindeyse koşulların emrettiği bi­ çimde ve geçici olarak varlığını koruyordu. Alım ve satım, hiç kimsenin normal işi değildi; bunlar, ihtiyaçlar zorladığın­ da insanların başvurduğu çarelerdi. Ticaret, toplumsal faali­ yet dallarından birisi olm aktan öylesine uzaklaşmıştı ki, her m ülk, bütün ihtiyaçlarını kendi başına gidermeyi amaçlıyor­ du. Üzüm bağları bulunm ayan Felemenk* gibi yörelerdeki manastırların, her yıl şarap m ahzenlerini yeniden doldura­ bilmek için Sen havzası ya da Ren ve Moselle vadilerindeki m ülklerin bağışlarını elde edebilmek için denenm edik yol bırakm am alarının nedeni budu r.11

(*) F elem enk g ü n ü m ü zd ek i Belçika, H ollanda ve L üksem burg'un d en iz seviyesi­ nin altın d a kalan (Neederland) yörelerini içerm ek üzere ve Ingilizlerin (Low Countries, Fransızların Pays Bas o larak niteledikleri bölgeyi karşılam ak üzere kullanılm ıştır - ç.n.

11 H. Van W ervcke, Comm ent les établissement religieux belges se procuraient-ils du vin au haut Moyen Age?, bkz. Revue belge dephilol. et d'hist. c. II (1923) s. 643 ve devam ı.

(20)

İlk bakışta, çok sayıda pazarın varlığı, çağın ticarî açıdan felçli durum uyla çelişiyor gibi görünebilir. Ç ünkü dokuzun­ cu yüzyılın başından itibaren bunların sayıları hızla artmış ve sürekli olarak yenileri ortaya çıkmıştır, Ancak, bunların sayısı önemsiz oluşlarının delilidir. Yalnızca Paris yakınların­ daki Sl. Denys (Lendit) panayırı, yılda bir kez, ziyaretçileri arasındaki uzak mesafelerden gelmiş ve fırsat düştükçe tica­ ret yapan alıcı ve satıcıları kendisine çekebiliyordu. Bunun dışında, yalnızca çok sayıda haftalık pazar kuruluyor ve yö­ renin köylüleri buralarda, birkaç yum urta, tavuk, birkaç kilo yün ya da evde dokunm uş birkaç arşın kaba kumaşı satışa sunuyorlardı. Yapılan alışverişin niteliği, bu satışların per de­ ner ates, yani değer olarak birkaç kuruşu aşmayacak büyük­ lükle oluşlarından açıkça anlaşılır.12 Kısaca, bu küçük toplu­ lukların insan ihtiyaçlarını tatmin etme gücü, çevredeki nü ­ fusun günlük ihtiyaçlarını gidermek ve bir de, hiç kuşkusuz, günüm üzde Kablyle?ler* arasında olduğu gibi, bütün insan­ larda doğuştan var olan toplum sallık g ü düsünü tatmin et­ mekle sınırlıydı. Bu pazarlar, toprakla uğraşan bir toplum un sunabildiği tek eğlenceyi oluşturuyordu. Şarlman’ın, kendi m ülklerindeki sertlere, “pazarlarda dolaşmamaları" için ver­ diği buyruk göstermektedir ki, bunları oralara çeken şey, ti­ carî endişelerden çok hoşça vakit geçirmektir.13

Dolayısıyla profesyonel taciri bulm aya boşuna uğraşırız. Böyle birisi yoktur ya da daha doğrusu, Karolenj dönem i­ nin başından beri düzenli bir ticareti sürdüren Yahudiler- den başka kim se yoktur. O kadar ki, Judaeus (Yahudi) ve mercator (tüccar) kelimeleri neredeyse eşanlamlıdır. Bunla­ rın bir kısmı güneyde yerleşmişti; ancak çoğunluk, Akde­

12 Edictum Pislense, 20. Borcıius, Capitularia, l II, s. 316.

(*) Kabyle: Cezayir’in doğu kıyılarındaki dağlık yörelerin Berber ahalisi - ç.n. 13 Capitularic de Villis, 54, a.k., c. 1, s. 88.

(21)

niz’in M üslüman ülkelerinden gelmiş ve İspanya üzerinden Batı ve Kuzey Avrupa’ya ulaşmışlardı. Bunlar, Doğu ülkele­ riyle yüzeysel bir ilişkiyi hâlâ sürdüren sürekli seyahat eden Radanite’lerdi.14 Şu da var ki, bunların uğraştığı ticaret, bü­ yük em ek karşılığı Mısır, Suriye ve Bizans’tan Karolenj lm - p aratorlugu’na taşıdıkları baharat ve kıym etli eşyalardan ibaretti. Bunların aracılığıyla bir kilise, İlâhî ibadet ve ayin­ ler için kaçınılmaz olan tütsüyü ve katedral hâzinelerinin kimi örneklerini günüm üze kadar sakladığı değerli kum aş­ ları, büyük zaman aralıkları ile de olsa elde ediyordu. Bun­ lar, pek nadir ve pahalı olduğu için zaman zaman para yeri­ ne de kullanılan biberi ve aristokrasinin lüksünü oluşturan doğu yapımı mine ya da fildişini de ithal ediyorlardı. Böyle- ce Yahudi tacirler çok sınırlı bir müşteriye hitap ediyordu. Sağladıkları kârların önemli olması gerekir. Ancak, her şey hesaba katıldığı zaman, ekonom ik rollerinin, aksesuvar ol­ m aktan öteye geçemediği görülür. Toplum, onların ortadan kalkışıyla hayatî hiçbir şey kaybetmemiştir.

Böylece, Batı Avrupa, her açıdan, dokuzuncu yüzyıldan başlayarak, değişimin ve mal hareketlerinin m üm kün olan en küçük düzeye indiği, asıl olarak kırsal bir toplum görü ­ nüm ündedir. Tüccar sınıfı ortadan kalkmıştır. Şimdi bir in­ sanın durum u, sivil ve ruhban bir azınlığın elindeki ve b ü ­ yük m ülkün çerçevesi içinde çok sayıda kiracıya dağıtılmış

toprakla olan ilişkilerine göre belirleniyordu. Toprağa sahip olmak, aynı zamanda, özgürlüğe ve gü6e sahip olm ak de­ mekti; böylece toprak sahibi aynı zamanda lorddu. Bunlar­ dan yoksun olm ak serfliğe indirgenm ek oluyordu. Böylelik­ le vilain kelim esi, hem bir m ülkte (villa) yaşayan köylü hem de serf için kullanılıyordu. Kırsal nüfus içinde, şurda

14 Yahudiler k o n u su n d a Barbier dc M aynard tarafından çevrilen (Journal Asiati­

que, 1865) lbn-i K hordadbeh’in (850 yıllarında) Livres des roules et des pays

adlı eserine bakınız.

(22)

burda birkaç kişinin kendi lopragım ve dolayısıyla kişisel özgürlüğünü korum uş olm asının önem i yokıu. Genel bir kural olarak serflik, tarımla uğraşan yığınların, yani bütün yığınların norm al durum uydu. Kuşkusuz bu sertliğin pek çok m ertebesi vardı. Çünkü, antikitenin köleliğinden pek fazla kurtulam am ış insanların yanısıra, büyüklerin koru­ m asına kendilerini gönüllü olarak terk eden yerlerinden edilmiş küçük m ülk sahiplerinin neslinden olanlar da bulu­ nuyordu. Asıl önemli olan olgu, bunların yasal değil fakat toplumsal koşullarıydı. Senyör toprağında yaşayanlar, top­ lumsal olarak, aynı zamanda hem söm ürülen hem korunan ve artık bağımlı olan kişilerdi.

Katı b ir h iyerarşiye sah ip bu to p lu m d a b irin ci ve en önem li yer, aynı zamanda ekonom ik ve manevî üstünlüğü olan Kilise’ye aitti. Kilise’nin sayısız m ülkü, büyüklük yö­ nünden asilzadelerinkinden daha üstü n olduğu gibi, kendi­ leri de bilgice onlardan üstündüler. Üstelik, inananların ba­ ğışları, hacıların zekâtları sayesinde kilisenin eli altında, kıtlık zam anlarında ihtiyaç duyan sivillere borç verilebile­ cek malî kaynaklar bulunuyordu. Ayrıca, genel bir cehalete yeniden göm ülm üş b ir toplum da, yine de yalnızca kilise, okum a ve yazma gibi k ültü rü n kaçınılm az iki aracını elinde bulunduruyor, krallar ve büyük lordlar, şansölyelerini, sek­ reterlerini ve "noter”lerini, kısaca onlarsız işlevlerini sü r­ dürm eleri m üm kü n olmayan tüm öğrenim görm üş perso­ nelini, zorunlu olarak kilise adamları arasından seçiyorlar­ dı. D okuzuncu yüzyıldan onbirinci yüzyıla kadar b ütü n yö­ netim işi, sanatlarda olduğu gibi b u alanda da üstü n olan Kilise’nin elindeydi. Kilise m ülklerinin örgütlenişi, soylula­ rın m ülklerinin boşuna erişmeye çalıştıkları bir modeldi. Ç ünkü polyptycha'hn* hazırlayabilecek, hesapları tutabile­

(23)

cek, fatura ve harcamaları hesap edebilecek ve dolayısıyla bunları denkleştirebilecek yetenekte elem anlar yalnızca Ki- lise’nin elindeydi. Böylelikle Kilise, yalnızca çağın b üyük manevî otoritesi değil, fakat aynı zam anda büyük malî gü­ cüydü.

Bundan başka Kilise’nin dünya görüşü, toprağın, toplum ­ sal düzenin biricik temeli olduğu bir çağın ekonom ik ko­ şullarıyla hayranlık veren bir uyum içindeydi. Toprak, Tan­ rı tarafından insanlara, burada, aşağıda, ebedî kurtuluşları­ nı sağlamak üzere yaşayabilmeleri için verilmişti. Çalışma­ nın amacı zengin olm ak değil, fakat fanî hayat ebedî hayata dönüşene kadar insanların doğdukları zamanki durum ları­ nı koruyabilm elerini sağlam aktı. Keşişlerin d ü n y ad an el etek çekmiş hayatları, üzerinde bü tü n toplum un dikkatleri­ ni toplam ası gereken b ir idealdi. Zenginlik peşinde k oş­ mak, tam ah batağına saplanm aktı. Yoksulluk İlâhî köken­ liydi ve Tanrı tarafından takdir edilmişti. Zenginlerin, m a­ nastırların örneklik ettiği biçim de, hayırseverlik yoluyla, zenginliklerinden kurtulm aları uygun olurdu. M anastırla­ rın ihtiyaç halinde kendilerinden ödünç alman paraları ser­ bestçe ertelemeleri gibi, ürünlerin fazlası da am barlanm ak ve parasız dağıtılmalıydı.

“Muluum date nihil inde sperantes.”* Faizle ya da (küçül­ tücü bir anlam kazanan ve günüm üze kadar bu anlam ını koruyan .teknik terimi kullanm ak gerekirse) m urabaha yo­ luyla ödünç verm ek nefret edilecek bir şeydi. Bu iş, din adamları için daha başlangıçta yasaklanmış ve dokuzuncu yüzyıldan itibaren Kilise b u n u, Kilise dışındakiler için de yasaklamayı ve dinî m ahkem elerin yargı alanı içine almayı başarmıştı. Üstelik, genel olarak ticaret de, para ticaretinden daha az itibarsız değildi. Çünkü o da öteki dünyayı düşün­

(*) “B undan hiçbir şey um m ayanlara ö d endi. - ç.n.

(24)

m ekten insanlan alıkoyduğundan maneviyatı için tehlikeliy­ di. “Homo mercator vix aut nunquam potest Doe placere. ”*15

Bu ilkelerin olaylarla nasıl uyuştuğunu ve dinsel idealin gerçekle nasıl rahatça bağdaştığını görm ek kolaydır. En çok kilisenin yararlandığı bu durum un haklılaştırılm asını sağlı­ yordu bu. O yüzyıllarda, her devletin kendisine yeterli ve normal olarak kendi dünyasından ibaret olduğu bir zaman­ da, m urabahanın, ticaretin ve kâr saikiyle kâr etm enin la­ netlenm esinden daha doğal ne olabilirdi? Yalnızca kıtlığın insanlan kom şularından ödünç almaya zorladığı, dolayısıy­ la dinsel ahlâkça m ahkûm edilm em iş olsa, ihtiyaçların o karşı konulam az istism ar etm e igvasının derhal her türlü m urabaha, spekülasyon ve tekelcilik k ö tü lü k lerin e kapı açacağı hatırlanırsa, bundan daha yararlı ne olabilir? Kuş­ k u su z teo ri ve uy gulam a b irb irle rin d e n k ilo m etrelerce uzaktı ve çoğu kez Kilise’nin emrini m anastırlar çiğniyor­ lardı. Ancak buna rağmen, Kilise’nin etkisi dünya üzerinde izini öylesine derin bırakm ıştır ki, geleceğin ekonom ik can­ lanışının gerekli kıldığı yeni uygulamalara alışabilmeleri ve ticarî kârlar, sermaye kullanım ı ve faiz karşılığı ödünç ver­ meyi, çok büyük bir zihinsel kayıt olmaksızın, m eşru ola­ rak kabul edebilmeleri, insanlann yüzyıllarını almıştır.

(*) “Tacir, T an n ’n ın hiç h o şu n a gitm ez." - ç.n.

15 L. G o ld sc h m id t, Universalgeschichte des Handelsrechts, c. I, s. 139 (Stuttgart, 1891).

(25)
(26)

BİRİNCİ BÖLÜM

TİCARETİN CANLANIŞI

ı . Akdeniz1

İslâm’ın yedinci yüzyılda Akdeniz havzasını istilâsı, bu de­ nizi Batı’nın Hıristiyanlarına kapamıştı ama bü tün Hıristi- yanlara kapamamıştı. Tiran Denizi’nin bir M üslüm an gölü olduğu doğrudur. Oysa Güney İtalya kıyılarını kuşatan su­ ların ya da Adriyatik’in veya Ege Denizi’nin kaderi aynı ol­ madı. Bu yörelerde Bizans filolarının Arap istilâsını p ü s­ kürtm eyi başardıklarını ve 719 yılında K onstantinopolis kuşatm asında engelle karşılaşılmasmdan sonra Hilâl’in bir daha Boğaz sularında ortaya çıkm adığını daha önce gör­ m üştük. Ancak, birbiriyle savaş halinde olan iki inanç ara­ sındaki m ücadele, başarı ya da başarısızlıkların birbirini iz­

1 Bibliyografya: W. Heyd ve A. Schaube’nin aşağıda genel bibliyografyada gösteri­ len eserlerine bakınız; H. K retschm ayer, Geschicte von Venedig, G otha, 1905-34, 3 c„ R. H eynen, Z ur Entstehung des Kapitalismus in Venedig, Stuttgart-B erlin, 1905.; I.. B rentano, Die Byzantinische Volkswirtschaft, bkz. Jahrbuch f ü r G esetz­ gebung, V erw altung, vs. c. XLI, 1917.; H. P irenne, Medieval Cities; Their Origins

and The Revival o f Trade, çev. F rank D. Halsey, P rinceton, 1925, F ransızca bas­

(27)

lemesi şeklinde devam etti. Afrika’nın hâkim i olan Araplar, Sicilya’yı ele geçirmeye yöneldiler ve 878’de Siraküza’nm zaptından sonra, burasını tam am en egemenlikleri altına al­ dılar. Ne var ki, bu onların ilerlemelerinin sınırı oldu. G ü­ ney İtalya kentleri Napoli, Gaeta ve Amalfi ve Batı’da Saler­ no ile Doğu’da Bari, K onstantinopolis’teki im paratoru tanı­ maya devam ettiler. Sarazen yayılm asından hiçbir zam an korkacak fazla bir şeyi olmayan, Adriyatik’in yukarısındaki Venedik de aynı şeyi yaptı. Bu limanlarla Bizans lm parator- iuğu’nun ilişkilerini sağlayan bağın çok güçlü olmadığı ve giderek de zayıfladığı doğrudur. N orm anların İtalya ve Si­ cilya’da yerleşmeleri (1029-91), ilişkileri bu bölge açısın­ dan kesin olarak kop artm ıştı. K arolenjlerin d o k u z u n c u yüzyılda üzerinde kontrol kurm ayı başaramadıkları Vene­ dik, Vasileus’un otoritesi altında ilişkileri sürdürm eyi yeğle­ mişti. Çünkü imparator, akıllı bir tutum la, bu otoriteyi kul­ lanm aktan geri durarak, kentin yavaş yavaş bağım sız-bir cum h uriy ete dö n üşm esin e izin veriyordu. Geri k alanlar için, im paratorluğun uzaktaki İtalyan eklentileriyle siyasal ilişkileri pek hareketli değildiyse de, im paratorluk onlarla çok canlı bir ticareti sü rdürerek d u ru m u onarıyordu. Bu anlam da, anılan kentler, Bizans’ın yörüngesinde hareket ediyor ve deyim yerindeyse Batı’ya arkalarını dönerek, Do- ğu’ya yöneliyorlardı. N üfusu b ir milyon dolaylarında olan Konstantinopolis’i beslem ek işi, bunların ihracatlarını sü r­ dürm elerini sağlıyor ve karşılığında başkentin çarşı ve ima­ lâthanelerinden, onlarsız yapamayacakları, baharat ve ipek­ lileri tedarik ediyorlardı.

Ç ünkü Karolenjlerde olduğunun aksine, Bizans tm para- torluğu’nda, lüks mallara olan talebi besleyen kent hayatı ortadan kalkm am ıştı. Birinciden İkinciye geçiş, başka bir dünyaya geçiş gibiydi. Burada ekonom ik evrim , İslâm ’ın ilerleyişiyle k atî b ir şe k ild e k esin tiy e u ğ ratılm am ış ve

(28)

önem li bir deniz ticareti, zanaatkârlar ve profesyonel tacir­ lerin oturduğu kentleri beslemeye devam etmişti. Toprağın her şey, ticaretin ise hiçbir şey olduğu Batı Avrupa ile yal­ nızca ticaretle yaşayan ve topraksız bir kent olan Venedik arasında var olan zıtlıktan daha çarpıcısı düşünülem ez.

K onstantinopolis ve Doğu’n u n Hıristiyan lim anları, Ve­ nedik ile İtalya’daki Bizans kentlerinin biricik deniz ticaret hedefi olm aktan kısa sürede çıktılar. Teşebbüs ruhu ve ka­ zanç arayışının çok güçlü ve gerekli oluşu, dinsel tereddüt­ ler nedeniyle, her ne kadar şimdi kâfirlerin elinde bulunsa da, Afrika ve Suriye ile eski iş ilişkilerini yenilem ekten da­ ha uzun süre alıkoyamadı. D okuzuncu yüzyılın sonundan itibaren, düzenli olarak daha da yetkinleşen ilişkiler kurul­ du. Kilisenin lânetlediği ve tam ah olarak damgaladığı ka­ zanç hırsı, burada en gaddar biçimiyle kendisini gösteriyor­ du. Venedikliler, kapıp kaçırdıkları ya da Dalmaçya kıyıla­ rından satın aldıkları genç Slavları, Mısır ve Suriye’nin ha­ remlerine ihraç ediyorlardı. Ve bu “köle”2 trafiği, kuşkuya yer olmayacak bir biçimde, onların artan zenginliğine, ay­ nen onsekizinci yüzyıldaki köle ticaretinin pek çok Fransız ve İngiliz deniz tacirine sağladığı boyutta katkılar sağlamış­ tır. Buna, İslâm ülkelerinde bulunm ayan kereste ve demir taşımacılığını da eklemelidir. Gerçi bu kerestelerle yapıla­ cak gemilerin ve dem irlerden dökülecek silâhların Hıristi- yanlara ve hatta Venedikli denizcilere karşı kullanılacağın­ da kuşkuya yer yoktur. Ama tacir, her zaman olduğu gibi, burada da ivedi çıkarından ve iyi bir iş başarm aktan ötesini göremiyordu. Papa’nın, Hıristiyanları köle olarak satanları aforozla tehdit etmesi ya da im paratorun kâfirlere karşı sa­ vaşta kullanılabilecek m alzem enin satılm asını yasaklaması boşunaydı. D okuzuncu yüzyılda tacirlerin İskenderiye’den

2 Slave (köle) kelim esi, ku şk u su z, kolayca anlaşılacağı üzere slav kelim esinden gelm ektedir.

(29)

Aziz M arkos’un kemiklerini getirdikleri Venedik, bu kutsal emanetlere gösterdiği hürm etin haklı ödülü olarak zengin­ liğini sürekli artırıyor ve bunların korunm asından sağladığı güvenle kendi yoluna gidiyordu.

Bu gelişme, gerçekten, kesintisizdi. Lagünler kenti, ne vasıta ile olursa olsun, varlığının temel şartı olan bu deniz ticaretini, hayret verici bir enerji ve etkinlikle artırm aya kendisini adamıştı. Kıtada insanların toprağa tâbi olması gi­ bi, burada da tüm nüfus denizciliğe güveniyor ve onunla meşgul oluyordu. Dolayısıyla, zam anın kırsal köylü uygar­ lığının kaçınılmaz sonucu olan serflik, denizciler, zanaat­ karlar ve tacirler kentinde bilinmiyordu. Bunların arasına, h u k uk î d u rum dan bağım sız olarak toplum sal farklılıklar yerleştiren, yalnızca servetin yarattığı tehlikelerdi. Çok eski zamanlardan beri, ticarî kârlar zengin bir tacirler sınıfı ya­ ratmıştı ki, bunların işlemleri tartışma götürm ez bir şekilde kapitalist nitelikler gösterm eye başlam ıştı bile. Bizans’ın gü m rü k u ygulam alarından ö d ü n ç alındığı apaçık ortada olan commenda onuncu yüzyılda ortaya çıktı.

Önemi ne olursa olsun, her türlü iş hareketleri için kaçı­ nılmaz olan yazının kullanım ı, ekonom ik gelişmeye söz gö­ türm ez bir şekilde tanıklık etmektedir. Sefere çıkan her tüc­ car gemisinin donanım ının bir parçasını, bir “kâtip” oluştu­ ruyordu ve bunlardan biz, gemi sahiplerinin kendilerinin de hesap tutm ayı ve sürekli ticarî ilişkiler içinde b u lu n d u k ­ ları kişilere m ektup gönderm eyi öğrendiklerini çıkarsayabi- liriz.3 Belirtilmelidir ki, burada, geniş çaplı ticarî işlere her­ hangi bir şekilde kötü gözle bakılmıyordu. En önemli aile­ ler bu işle uğraşıyorlardı. Doge’ların* kendileri buna örnek

3 llc y n e n , <Lg.(., s. 82. Bu u y gulam anın gönderm e yapılabilecek ilk örneği 1110 yılındadır. A ncak uygulam a elbette d ah a eskidir.

(*) Dogc (Doç): Venedik ve C enova'da d ü k le r arasından seçilen k en tin en yü k se k yöneticisi - ç.n.

(30)

oluyorlar ve Sofu Lewis’in çağdaşlarına akıl almaz gibi gö­ rünen bu işi, dokuzuncu yüzyılın ortalan gibi erken bir dö­ nemde yapıyorlardı. 1007 yılında, Pietro 11. Orseole ticaret­ ten sağladığı kârlardan 1250 livre’lik bir tutarı hayır kurum ­ lan için bir yana ayırıyordu. O nbirinci yüzyılın sonunda kent, gemilerde bir m iktar ortaklık paylan (sortes) olan ve mağazalarıyla boşalım a iskeleleri (stationes) kıyıda birbiri yanısıra dizilen ve rıhtımları lâgünün adaları boyunca gide­ rek yayılan zengin asilzadelerle doluydu.

Venedik daha o zamandan itibaren büyük bir deniz gücü o lm uştu . 1100’den önce A driyatik D enizi’ni Dalmaçyalı k o rsan lardan tem izlem eyi, kendi alanı olarak saydığı ve yüzyıllarca öyle kalan bu denizin tüm kıyısında hegemon­ yasını sağlam bir şekilde kurm ayı başarm ıştı. Bu denizin Akdeniz’e açıldığı bölgedeki kontrolünü koruyabilm ek için, Sarazen’leri Bari’den atm ak üzere 1002 yılında Bizans filo­ suna yardım etmişti. Yetmiş yıl sonra, Robert Guiscard tara­ fından güney İtalya’da kurulan N orm an Devleti, kendisine olduğu kadar, Rum lm paratorluğu’na da tehlike teşkil eden deniz rekabetiyle onu tehdit ettiğinde, Venedik, savaşmak ve tehlikeyi bertaraf etm ek üzere Bizans’la bir kere daha iş­ birliği yaptı. Robert’in ölüm ünden sonra (1076), bu dâhi prensin, Akdeniz’deki yayılma hülyası son buldu. Savaş Ve- nedik’in lehine döndü ve kent, aynı vuruşla Napoli, Gaeıa, Salerno ve h ep sin d en önem lisi Am alfi’n in rek ab etin den kendisini kurtardı. Norm an Devleti’nde yutulm uş olan bu kentler, N orm an Devleti’yle birlikte ç ö k tü le r ve b u n d an böyle K onstantinopolis ve Doğu pazarlarını Venediklilere terk ettiler.

İşin aslına bakılırsa, Venedikliler burada uzun bir süredir zaten tartışma götürm ez bir üstünlüğe sahiptiler. Doge Piet­ ro II. Orseolo, 992 senesinde, İm parator Vasil ve Konstan- tin’d en , V enedik gem ilerinin o zam ana kad ar Abydos’ta

(31)

(N âra B urnu) ödem ek z o ru n d a oldu k ları g ü m rüklerden kurtulm a konusunda bir ferman elde etmişti. Lagünler ken­ tiyle, Konstantinopolis arasındaki ilişkiler öylesine canlıydı ki, İkincisinde im paratorlarca onaylanm ış, h ukukî ayrıca­ lıklara sahip bir Venedik kolonisi kurulm uştu. Sonraki yıl­ larda Laodicea (Lazkiye), A ntioch (A ntakya), M am istra, Adana, Tarsus, Satalia, Ephesus (Efes), Chios (Sakız), Pho- caea (Foça), Selembria, Hereclea (Ereğli), Rodosto, Andri- nöple (Edirne), Salonica (Selanik), Demetrias, Atina, The- bes (Teb), Coron (Koron), M odon ve Corfu’da (Korfu) baş­ ka tesisler o lu ştu ru lm u ştu . Venedik, im p aratorluğun her noktasında kendisine ticarî ü stünlük sağlayan ikmal ve n ü ­ fuz üsleri elde etmişti. Onbirinci yüzyılın sonundan itiba­ ren, hâlâ K onstantinopolis’deki yöneticilerin elinde b u lu ­ nan Asya ve Avrupa’daki tüm eyaletlerin ulaştırma tekelini fiilen Venedik’in ele geçirdiği söylenebilir.

İm paratorlar da, zıtlaşm anın kendi zararlarına olacağını bildikleri bu durum a karşı çıkmamaya çalışmışlardır. Aleksi Kom m en tarafından 1082 Mayıs’ında Doge’a verilen im ti­ yaz, Bizans İm paratorluğundaki Venedik üstünlüğünün ni­ haî takdisi olarak değerlendirilebilir. Bundan böyle Vene­ dikliler, im paratorluğun her yerinde, her türlü ticarî vergi­ den m uaftılar ve böylelikle im paratorun kendi tebaasından daha fazla kayrılm ış oluyorlardı. Yabancı ticarî eşya için güm rük ödem eye devam edecekleri koşulu, o zam andan itibaren Akdeniz’in doğu ucundaki tüm deniz licarelinin onların eline geçtiğinin en son kanıtıdır. Her ne kadar onla­ rın, onuncu yüzyıldan başlayarak İslâm diyarlarıyla olan ti­ caretlerinin gelişmesi k o n usunda oldukça yetersiz bilgiye sahipsek de, her şey, bu ilişkinin, tamamen aynı güçte ol­ masa da, aynı yönde geliştiğini göstermektedir.

(32)

2. Kuzey Denizi ve Battık Denizi4

Kuzey Avrupa’n ın kıyılarını yalayan iki iç deniz, Kuzey De­ nizi ve Baltık, Avrupa’nın güney kıyılarını yalayan benzeri Akdeniz gibi, dokuzuncu yüzyılın sonundan onbirinci yüz­ yılın so n u n a kadar, an latm ak ta o ld u k la rım ız d a n esasta farklı olmakla birlikte, hiç değilse bir ana noktada ona b en­ zeyen b ir m anzara ortaya koyuyordu. Ç ü n k ü burada da, deniz kıyısında, deyim yerindeyse, Avrupa’nın sınırında, kı­ tanın tarım sal ekonom isiyle çarpıcı b ir tezat teşkil eden, denizcilik ve ticarî faaliyeti buluyoruz.

Quentovic ve Duurstede lim anlanndaki faaliyetin, doku­ zuncu yüzyıldaki Vıking istilâsına dayanamadığını daha önce görmüştük. Donanması olmayan Karolenj İm paratorluğu, Bi­ zans’ın Müslümanlara karşı kendini savunması gibi, kuzeyli barbarlar karşısında kendisini savunamamıştır. Güçsüzlüğü, enerjik lskandinavlar tarafından, yalnızca kuzey nehirlerinin haliçleri yoluyla değil, fakat aynı zamanda Allantik körfezleri kanalıyla, yarım yüzyıldan fazla bir süre, yıllık baskınlarla pek gûzeL istismar edilmiştir. Kuzeyliler, yalnız talancılar ola­ rak düşünülm elidir. D enizlerin hâkim i oldukları için, bu özelliklerini saldırganlıklarıyla birleştiriyorlardı. Kıtada ve Britanya Adalarında birkaç yerleşmeyi ele geçirdikleri halde - bütün yapabildikleri buydu- amaçları fetih olamazdı ve de­ ğildi de. Ancak, kıtanın iyice derinliklerine doğru yönelttik­ leri akınlar, aslında büyük razzialardı. Açıktır ki bunların ör­

4 Bibliyografya: A. Bugge, Die nord europäischen Verkehiswege im frü h en M ittelalter

und die Bedeutung der Wikinger fü r die Entwickelung des europäischen Handels und der europäischen Schiffahrt, bkz. Vierteljahrschrift f ü r Social und W irtschaft­ geschichte, c. IV. 1906.: W. Vogel, Geschichte der deutschen Seeschiffahrt, Berlin

1925.; J. K ulischer, Russische Wirtschaftgeschichtc, c. I, Berlin, 1915.; E. Babe- Ion. Du commerce des Arabes dans le nord de l'Europe avant des croisades, bkz.

AthénCe oriental, P aris 1882.; O . M ontelius, Kulturgeschichte Schewcdens, Leip­

(33)

gütlenişi titizlikle planlanıyordu; hepsi bir merkezden, kom ­ şu yörelerden toplanan ganimetin Danimarka ya da Norveç’e taşınmak üzere yığıldığı tahkim edilmiş bir kamp yerinden hareket ediyorlardı. Aslında Vikingler korsandılar ve korsan­ lık ticaretin birinci aşamasıdır. Bu, dokuzuncu yüzyılın so­ nundan itibaren öylesine doğrudur ki, akınlart sona erdiğin­ de Vikingler basit birer tacir olmuşlardır.

B ununla birlikte, İskandinav yayılmasını anlayabilm ek için, bu yayılmanın yalnızca Batı’ya yönelmediği hatırlan­ malıdır. DanimarkalIlar ve' Norveçliler, Karolenj İm parator­ luğu, İngiltere, lskoçya ve İrlan d a ü zerin e ç u lla n ırk e n , kom şuları İsveçliler de Rusya’ya yönelm işlerdi. Dinyeper Vadisi’ndeki Slav prenslerinin Peçenek’lerle yaptığı m üca­ delelerde ya da Baltık am berinin (kehribar) peşinde koşan Rum tacirlerinin, Azak Denizi ve Kerson’dan, çok eski za­ m anlardan beri büyük doğal yol olan Karadeniz üzerinden Bizans kıyılarına kendiliklerinden sokuluşları ve kazanç p e­ şinde de olsalar bunların yardıma çağırılmış olmaları bizim bakış açım ızdan önemsizdir. D okuzuncu yüzyılın ortaların­ dan itibaren bunların Dinyeper ve kolları boyunca, D ani­ markalI ve Norveçli kardeşlerinin aynı tarihlerde Scheldt, Meuse ve Sen havzasına yaptıklarına benzer şekilde, etrafı hendekle çevrili kamp yerleri kurduklarını belirtm em iz ye­ te rlidir. Anavatandan o kadar uzakta kurulan bu etrafı çev­ rili alanlar (enceintes) ya da Slavca kelimeyi kullanırsak go- rod lar, istilâcıların, çevrelerindeki o denli savaşçı olmayan halkları egemenlikleri altına alm ak ve söm ürm ek için kul­ landıkları daimî kaleler haline geldiler. Bakir orm anlardan elde ettikleri kürk ve balı olduğu kadar, alınan esirleri ve yenilenlerin sırım a yükledikleri haracı da buralarda toplu- yorlardı. Ancak çok geçmeden içinde bulundukları durum , kaçınılmaz bir şekilde onları ticaretle uğraşmaya yöneltti.

Yerleşmiş oldukları Güney Rusya, aslında, daha üstün iki

(34)

uygarlık arasında kalıyordu. Doğu’da Hazar Denizi’nin öte­ sinde Bağdat halifeliği uzanıyor, güneyde ise Karadeniz, Bi­ zans lm paratorlugu’n un sınırlarım yalıyor ve Konstantino- polis’e uzanıyordu. D inyeper havzasındaki Iskandinavlar, derhal bu çifte cazibeyi fark ettiler. Bu yöreyi onların gelişin­ den önce zaten sık sık ziyaret eden Arap, Yahudi ve Bizans tacirleri, onlara, izlemeye çoktan gönüllü oldukları bir yol gösterdiler. Ele geçirdikleri ülke, M üslüm an harem lerinden olduğu kadar, Venedik’in de iştahım kabartan, büyük m ülk­ lerden gelen talebi ve ikbal dönem ini yaşayan zengin impa­ ratorluklarla ticaret yapmaya özellikle uygun olan ve büyük kârlar vadeden, bal, k ü rk ve hepsinden önem lisi esir gibi malları onların em rine veriyordu. K onstantin Porfirogene- tus, o nu n cu yüzyılda, bizlere, Iskandinavların ya da daha doğrusu (Slavların onlan tanıdıkları adla söylemek gerekir­ se) Rusların, her yıl buzların erim esinden sonra, kayıklarını Kiev’de bir araya getirişlerinin bir tasvirini bırakmıştır. Din- yeper’in çok sayıdaki akıntısının ortaya koyduğu engel, ka­ yıkların kıyıdan yedekte çekilmesiyle aşılıyor ve küçük filo, ağır ağır nehirden aşağı iniyor.5 Denize ulaşınca, uzun ve tehlikeli yolculuğun hedefi olan K onstantinopolis’e doğru kıyı kıyı yelken açılıyordu. Burada Rusların özel bir mahal­ lesi vardı ve büyük kentle olan ticaretleri, en eskisi doku­ zuncu yüzyıla kadar geri giden ahitnamelerle düzenleniyor­ du. Kentin, onlar üzerinde kısa sürede icra etmeye başladığı etki iyi bilinm ektedir. H ıristiyanlığı o rad an aldılar (957- 1015); on un sanatını, yazısını, para kullanmayı ve örgütleri­ nin önemlice bir kısmını aktardılar. Boğaziçi ile sü rdürdük­ leri ticaretin önem ine bundan daha çarpıcı bir tanık buluna­ maz. Aynı zam anda Volga Vadisi kanalıyla Hazar Denizi’ne

5 W. T h o m so n , Der Ursprung des nıssischen Staatcs, s. 55 ve dev. (G o ıh a 1879); H.J. A m e, La Suède el I'Orienl (U psala, Paris Leipzig, 1914, J.A . L undell'in edi­ tö rlü ğ ü n ü yaptığı Archives d'études orienlales’de.)

(35)

ulaşıyor, buranın lim anlannı sık sık ziyaret eden Yahudi ve Arap tacirlerle alışveriş yapıyorlardı.

Ancak faaliyetleri bununla sınırlı değildi. Kuzeye, baha­ rat, şarap, ipekliler, kuyum cu işleri vs. gibi her tür ticarî eş­ yayı, oradan aldıkları bal, kü rk ve esirler karşılığında ihraç ediyorlardı. Rusya’da bulunan çok sayıdaki Arap ve Bizans sikkesi, bir pusulanın güm üş iğnesinde olduğu gibi, ya Vol- ga boyunca ya da Dinyeper ve Dvina nehirleriyle Botni Kör- fezi’ne bağıntılı göller yöresinde kesişen ve bu ülkeyi boy­ dan boya geçen mallar Baltık’a ulaşır ve onun kanalıyla yo­ luna devam ederdi. Kıta Rusya’sının uçsuz bucaksız düz­ lüklerini aşan İskandinav gemiciliği, böylelikle doğu d ü n ­ yasıyla bağlantı kurdu.6 Gotland Adası’nda Rusya’da bu lu ­ nandan çok daha fazla sayıda bulunm uş olan İslâm ve Rus sikkeleri, bu adanın, sözkonusu ticaret trafiğinin büyük bir antreposu ve on u n Kuzey Avrupa ile temas noktası olduğu­ n u gösterm ektedir. K uzeylilerce İngiltere ve F ransa’dan toplanan ganim etin burada, Rusya’dan getirilen değerli eşya ile değiştirildiğini düşünm ektedir insan.

Her halde, o n uncu ve onbirinci yüzyıllarda, yani Dani­ markalIlarla Norveçlilerin Batı’yı istilâ edişlerini izleyen dö­ nemde, gemiciliğin şaşırtıcı gelişimini dikkate aldığımızda, İskandinavya’nın oynadığı aracı rolünü kuşkuyla karşıla­ m ak olanaksızdır. İsveçli kardeşlerinin ortaya koyduğu ör­ nekten sonra.bunların da korsanlığı bırakıp tüccar oldukla­ rı, ama en küçük bir fırsatta korsanlığa dönm eye hazır, her şeye rağmen tüccar ve üstelik açık denizlerde ticaret yapan barbar tacirler oldukları çok açıktır.7 Güvertesiz gemileri,

6 Rusya’da b u lu n a n Arap ve Bizans sikkeleri için, E.J. A m c, a.g.e.'e ve R. Vasmer, Ein im Dorfe S ıa ry i Dedin in W eisrussland gem achter Fund Kufischer M ünzen (Stockholm Tarih A kadem isi’n in Fom vannen'e, 1929) bakınız.

7 D o k u zu n cu y ü zyıldaki İsveç ticaretin e ilişk in ilginç a y rın tılar, E. de M ore- a u 'n u n , Saint Anschaire, Louvain, 1930 adlı yapıtında bulunabilir.

(36)

şimdi G otland’a ulaşan ticaret eşyasını her yere taşıyordu. İsveç kıyılarıyla o dönem de henüz Slav olan Elbe ve Vistül arasındaki geniş kıyı şeridinde ticaret noktaları kurulm uş­ tu. Danimarka’nın güneyinde, Haithabu’da (Kiel’in kuzeyi) son zam anlarda yapılan kazılar, harab elerin in, o nbirinci yüzyıl boyundaki önem ine tanıklık ettiği bir emporium’un (ticaret merkezi) varlığını ortaya çıkarmıştır.8 Bu ticarî fa­ aliyet, doğal olarak, kuzeylilerin iyi tanıdığı ve gerisindeki ülkeleri u zun süredir yağmaladıkları Kuzey Denizi’nin li­ m anlarına kadar uzanıyordu. Elbe üzerindeki Ham burg ve Waal üzerindeki Tiel, onuncu yüzyılda, Kuzeylilerin gemi­ lerince sık sık ziyaret edilen faal lim anlar haline gelmişler­ di. Bu gemilerin daha da çok sayıda bir bölüm ü İngiltere’ye gidiyor ve D anim arkalılarca yapılan ticaret, Büyük Canu- te’un (1017-1035) İngiltere, Danimarka ve Norveç’i geçici bir im p arato rluk içinde birleştirdiği dönem de en yüksek noktasına ulaşarak onlara, Anglosaksonların karşı koyam a­ dıkları b ir üstü nlü k sağlıyordu. Böylece Tham es ve Ren ne­ hirlerinin ağzından, Dvina Nehri’nin ağzına ve Botni Körfe- zi’ne yapılan ticaret, Ballık ve Kuzey Denizi havzalarında bulunan İngiliz, Flander ve Alman sikkeleriyle kanıtlanı­ yordu. Yazılı olarak saptanm aları daha geç bir tarihte olm a­ sına rağm en, İskandinav saga’ları (öy k ü leri), İzlanda ve G rönland gibi uzak mesafelere gitmeyi göze alabilen k orku­ suz denizcilerin karşılaştıkları tehlikelerin anısını hâlâ ko­ rumaktadır. Cesur genç adamlar, güney Rusya’daki yurttaş­ larına katılm aya gidiyorlar, K onstantinopolis’te im parator­ ların özel muhafızı olarak Anglosaksonlar ve Iskandinavlar bulunuyorlardı. Kısaca, Nordik insanlar, bu dönem de, biz- lere Hom erik çağın Yunanlılarını hatırlatan bir enerji ve gi­ rişim ru h u n u n kanıtlarını vermişlerdir. Sanatlan, ticari uğ­

8 O . Schecl ve R Paulsen, Quellen zu r Frage Schlcswig-Haithabu im Rahmen der

(37)

raşların onları ilişkiye soktuğu Doğu’n u n etkilerine ihanet eden barbar yaratıcılık nitelikleri taşır. Ne var ki, ortaya koydukları çalışkanlığın bir geleceği olamazdı. Gem ilerinin yelken açtığı uçsuz bucaksız genişliklerde üstünlüğü elle­ rinde bulundurm ak için sayıları çok yetersizdi. Dolayısıyla, kıtadaki ticaretin gelişmesi onlarınkiyle rekabet edebilecek bir gemiciliğin canlanm asına yol açınca, daha güçlü rakip­ lere yerlerini bırakm ak zorunda kaldılar.

3. Ticaretin Canlanışı9

Kıta Avrupa’sı kısa sürede, biri Baıı Akdeniz ve Adriyatik’te, ötekisi Ballık ve Kuzey Denizi’nde ortaya çıkan iki büyük ticarî kım ıldanm anın g ücünü sınırlarında duym aya m ah­ kûm du. İnsan doğasında var olan kazanç hırsı ve macera arayışına cevap verdiği için ticaret esasen bulaşıcıdır. Üste­ lik doğası gereği, öylesine her yana yayılıcıdır ki, söm ürdü­ ğü insanlara bile kendisini kabul ettirir. Gerçekten de, tica­

9 Bibliyografya: H eyd, Schaubc, K retschm ayer ve Pirenne’in 1 n o'lu d ip n o tu b e­ lirtilen eserlerine bakınız; C. M anfroni, Storia del İti marina italiana d a lk invasi-

one barbariche al trattato di Ninfoe, c. 1, L ivoum e, 1899; G. Caro, Genua und die Machte am Mittelmeeı; H alle, 1895-9, 2 c.; G .j. Braıianu, Recharclıes sur le com­ merce génois dans la m er Noire au XUI siècle, Paris 1929; A.E. Sayous, Le rôle dit capital dans la vie locale et le commerce extérieur de Venise entre 1050 et 1150,

bkz. Revue belge de philol. et d'histoire, c. XIII, 1934.; E.H. Bym e, Genoese Sliip-

ping in the Twcljth and Thirteenth Centuries, C am bridge (M ass.) 1930; R. David-

so h n , Geschichie von Elorenz, c. I, Berlin, 1896; A. Sayous, Le commerce des Eu­ ropéens à Tunis d ep u is le XII siècle, Paris, 1929.; E.H. Bym e, Geneose Colonies in Syria, bkz. The Crusadcs and O ther Historical Essays presented to D.C. Munro, N ew York, 1928.; L. de M as-Latrie, Traités de paix et de commerce, concernant

les relations des chrétiens avec les Arabes d l'Afrique septentrionale au Moyen Age,

Paris, 1866.; H. Pirenne, Histoire de Belgique, c. 1, 5'inci ed. Brüksel, 1929. R. H apke, Brüggcs Entwichclung zum mitlelalterlichen Weltmarht, Berlin, 1908.; H. Pirenne, Draps de Frise ou draps de Flandre?, a.g.y.; R.L. R eynolds, Merchanls o f

Arras and the Overland Trade with Gcnoa, bkz. Revue Belge de Philol. et d'histoire,

c. IX, 1930.; Aynı yazar, The M arket fo r Northern Textilles in Genoa, 1179-1200,

a.k., c. V lll, 1929.; E Rousseau, La Meuse et le pays mosan en Belgique, bkz. An­

nales de la Société archéologique de Namur, 6. XXXIX, 1930.

(38)

ret, kurduğu değişim ilişkileri ve yarattığı ihtiyaçlar dolayı­ sıyla bu insanlara m uhtaçsa da, tarımın olmadığı b ir ticareti düşünm ek olanaksızdır. Ç ünkü, ticaretin kendisi kısırdır, çalıştırdığı ve zenginleştirdiği insanlara yiyecek sağlamak üzere tarım a gerek duyar.

Bu kaçınılmaz zorunluluk, üzerinde hiçbir şeyin yetişme­ diği lagünün kum lu adacıklarında daha ilk kurulduğu an­ dan itibaren Venedik’e kendisini kabul ettirm işti. Vene- dik’in ilk sakinleri, hayatlarını kazanabilm ek için, başka türlü elde edemedikleri, mısır, şarap ve eti, kıtali kom şula­ rıyla tuz ve balık karşılığında değiş tokuş etm ek zorunda kalmışlardı. Ancak bu ilkel değiş tokuş kaçınılm az bir şe­ kilde gelişti ve ticaret şehirlerini daha kalabalık ve zengin yaptığı gibi aynı zamanda talebi artırdı ve iş hayatını güç­ lendirdi. D okuzuncu yüzyılın sonunda, Verone yöresini ve hepsinden önem lisi, İtalya’ya nüfuz etm ek için kolay bir yol olan Po Vadisi’ni denetim i altına almıştı bile. Bir yüzyıl sonra ilişkileri, Pavia, Treviso, Vicenza, Ravenna, Cesena, Ancona ile kıyıda ve kıtadaki pek çok başka noktaya kadar genişlemişti.

Açıktır ki, ticarî tecrübelerini birlikte götüren Venedikli­ ler, deyim yerindeyse, ticareti gittikleri her yerin iklimine uydurdular. Venedikli tacirleri yavaş yavaş taklit edenler çıktı. Kırsal bir n üfusun içinde ticaret tarafından ekilen to­ hum ların gelişmesini izlemek, veri yokluğu nedeniyle, ola­ naksızdır. Bu gelişmeye, k u şkusuz, ticarete d üşm an olan Kilise tarafından karşı çıkılmıştı ve hiçbir yerde piskopos­ luklar Alplerin güneyinde olduğundan daha çok ve daha güçlü değildi. Aurillac’lı Aziz Gerald’ın (ölüm ü 909) haya­ tındaki ilginç bir olay, Kilise’n in m anevî ölçülerinin, kazanç ruhu, yani iş ahlâkıyla bağdaşmazlığının çarpıcı bir kanıtını oluşturm aktadır. D indar lord, Roma’ya yaptığı kutsal bir zi­ yaretten dönerken, Pavia’da kendisinden bazı Doğu malları

References

Related documents

To be very useful and flexible, a land suitability classification for conservation planning must provide a data base for quantifying erosion rates and soil productivity

[r]

WARNING: To reduce the risk of drowning from hair and body entrapment, install suction fittings with a marked flow rate in gallons per minute that exceeds the flow rate of your

Are you a leader of an organisation, an HR professional, facilitator, coach, or team leader interested in organizational growth as well as your own development2. Are you someone

In this sense, it was implemented a Monitoring System of Technology and Business Incubators Parks (SAPI) - Project conducted by the Federal Association of

A remark made by Heejong Kim, the Korean nurse, provides an image of cultural differences in beliefs concerning terminal illness and points to potential difficulties when

Knowledge of the project and compa- ny environment as well as the planned changes make it possible to plan change management activities that are individually tailored to

strain BRL6-2 was initially isolated based on colony formation on minimal media with lignin supplied as the sole carbon source [35], we examined the genome to search for genes