• No results found

Abdurrahman Melek - Hatay Nasıl Kurtuldu

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Abdurrahman Melek - Hatay Nasıl Kurtuldu"

Copied!
120
0
0

Loading.... (view fulltext now)

Full text

(1)

HAT A Y

A S I L

(2)
(3)

Birinci baskı : 1966 İkinci baskı : 1986

(4)

A T A T Ü R K K Ü L T Ü R , D İL VE T A R İH Y Ü K S E K K U R U M U

T Ü R K T A R İ H K U R U M U Y A Y I N L A R I

XVL D İZ İ — Sa. 7^

HATAY NASIL KURTULDU

2

. Baskı

D r . A B D U R R A H M A N M E L E K

T Ü R K T A R Î H K U R U M U B A S I M E V

1

— A N K A R A

(5)
(6)

İ Ç İ N D E K İ L E R

ÖNSÖZ ... VII GENEL D U R U M ... HATIRALAR... ... Anarşi Devri ... Kuvay-i Milliye ile temas ve irtibat tesisi... Ankara itilâfnamesiyle doğan vaziyet ...

Anavatanla temaslar ... 8

Gazi Mustafa Kemal Paşa’nm Adana’da söyledikleri... 9

Temaslar devam ediyor ... ... 9

İskenderun sancağı... ... 10

İskenderun hükümeti... ... 13

Şam’a bağlı müstakil İskenderun sancağı devrinde ... 14

İskenderun sancağı statü organiği ... 16

İskenderun İdare Meclisi ... 18

Lâtin harfleri... 19

Gaziantep valisinin gelişi ... 19

Şapka hâdisesi ... 20

Antakya’da Halk P artisi... 22

Türk hâkimiyeti resmen isteniyor ... 23

Ankara ile geniş temaslar ... 25

Suriye taraftarlannm telâşları ... 27

Türkiye hükümeti davayı ele alıyor... 28

İhtilâl hareketleri başhyor ... 30

Dörtyol’da toplanma ... 33

Hatay’da kanh hâdiseler... 35

Cenevre’ye gidiş ... 35

Cemiyet-i Akvam’da ... 36

Hatay Erginlik Cemiyetleri ... 36

Cemiyet-i Akvam Müşahitleri ... 37

Atatürk’ün Cenuba doğru seyahatleri ... ... 37

Hatay statüsü ve Anayasası ... 38

Antakya’da d u ru m ... 40

Partide çalışmalar... ... 41

Sancakta Fransız delegesi Garreaux ile mülakat ... ... 42

Hatay’da intihap başhyor... 49

Delege Garreaux Hatay’da son günlerinde ... 45

Fransızlar idareyi bırakıyorlar... 46

(7)

İntihap vaziyeti... ... 53

General Asım Gündüz Heyeti ... 54

Türk Askerinin Hatay’a g iriş i... ... 56

Türkiye’den fevkalâde murahhas geliyor ... ... 58

İntihap tekrar başhyor ... ... ... 59

İntihap neticeleri ... ... 61 Mebus adaylan... ... 61 Parti Beyannamesi... 62 Hatay Devleti... 65 Hükümet ve Kabine ... 65 Mevzuat... ... 66 Kazaî teşkilât ... ... 67 Posta işleri... 68 Maarif işleri ... 69

Sağlık işleri ve diğer işler ... 69

Fransızlarla temas ve hariciye işleri ... ... 70

Yabancı ticaret gemilerinin bayrak çekme meselesi ... Seyahat işleri... ... ... .. Güm rük... '... Telefon işi ... ... .Hatay’da Fransız işgalinin son vaziyeti ... Otoriteler arasmda temaslar ... 76

Türk mevzuatmm kabulü... 77

Maliye... 78

I^ ra i ş i ... 78

Halkm memnunluğu ve isteği ... 79

Atatürk’ün ilgisi ve ölümü ... 79

Cenaze merasimine katılma ... ... 80

Fransızlarla bir ih tilâf... 80

İlhak başlangıcı ... 80

Cumhurreisi’nin huzurunda ... ... 81

Transit derdi ... 81

Fransız idarecilerinin çekilmesi ... 82

Ermenilerin hicreti ... 82

Hatay’da Cumhuriyet Halk Partisi kurulması ... 83

Fransızlarla son temaslar ve müzakereler ... 83

V,

Hudut işleri ... 83

Anavatana iltihak karan ... ... ... ... 84

Hatay valisi olarak göreve başlaymca yayınlanan tarihî beyannâme... 85

Hatay Millet Meclisinde okunulan hükümet program ı... 85

(8)

Ö N S Ö Z

Birinci D ünya Harbinin Osmanlı İmaratorluğu için fena akıbeti T ürk vatanının güzel hir parçası olan H atay’ı 19 sene Fransıy mandası altında ve Suriye idaresinde bırakmıştır. Bu devre zarfında bu mıntıkanın karşılaştığı güçlükleri, 1919 dan Anavatana iltihak tarihi olan 1939 senesine kadar millî emel­ lerimizin tahakkuku için nasıl çalışıldığını içinde yaşadığımız ve gördüğüm hâdiseleri yayınlam ayı vazife bildim. Bu maksat­ la hazırladığım bu eseri basan Türk Tarih K urum u’na teşek­ kür etmeyi bir borç bilirim.

(9)
(10)

SİM İk

a&jm bk

J ju n â

g a n d u

durman elinde em. kalamam.

(11)
(12)

A y

(13)
(14)

1936 Senesi Birinci Kânun ayında H atay Bayrağının şek­ lini Atatürk tesbit buyurdular ve Hataylılara armağan ettiler. Bu münasebetle H atay Türkleri adına kendilerine sunu­ lan teşekkürlere cevap ları: (30. 10. 1937)

Ab d u r r a h m a n M e l e k

H atay Erginlik Cemiyeti Genel Merkezi Başkanı

B eyazıt İstanbul

C. Size de kutlu olsun

(15)
(16)

s

ş •|

'

i

"s 1

r

\ 1 1

4^

C'

m

S\

VJ

ta

=

.

/ « M

r-!ı

? 4

\'0 ••'il •x . N-< ! ^-;i S ,' ’v’ * ^ > :;" -?5 ■ .- <=. ' i s: -'-!' ' . g: jim B 'S '‘\

1 ;

•V '. '! - 4 - f 1 ■ ^ ?’ ■ ! E 3 ^ ; ■\ s p 1 '■■i i\

A

1 ■ ev.

. 4

s

^y

i

: €

V .)

"

.1 ^ 1

-: l .

H

4

A

- L

c ;

K

O'

n ScS <

(17)
(18)

i . V

M

V

H

I

c :3

2

RJ

(19)

Türk Askerinin H ataya girmesine dair Türk - Fransız Heyetleri arasında Antakyada imzalanan anlaşma üzerine

At a t ü r k’c H atay Türklerinin şükranlarım arz eden H atay

Valisine cevaplan. (7. 7. 1938)

An t a k y a Dr. Ab d u r r a h m a n Me l e k V ali

C. Sizin için artan saadetler ve refah dilerim.

(20)

j •», ir •i 1 *3 İU4. 1 = \ >r S ^ ’.':7-s •*'j *^- 0, 1 r l i îo »s Y. '•^ E r = ■-< ■’'-,^ S | •<:

(21)

V

I

(22)

i £ 1 -, ş -7 - 1 S*J S , . J i ; ; : ' ı -> :■ " ' i ■T'j '■''--■ '■''--■ ^ •», s ^ y u |

J '

«•J '* 4 S!-S ■j S Xs îi ■SS ■S> t/> cö pa î3

(23)

H atay Başvekili A ntakya

Başkanlığınızda H atay Kabinesinin teşekkülü münasebe­ tiyle U lu önderimiz ve Türk M illeti hakkmdaki duygularını ifa­ de eden telgrafnamenizi büyük Şefim ize arzettim. Kabinenizin H atay halkını saadet ve re fa h a , eriştirmeye m atuf mesaisinden tam başarıya nail olması temennilerini tekrar buyurduklarını arzeder ve kendi samimî tebriklerimin kabulünü dilerim,

(8. 9. 1938)

Başvekil

C. Ba y a r

Ba y Ab d u r r a h m a n Me l e k

(24)

-J 'ş

l

i il

■■

s -:i -1 ■

i 1

I i cî I :?3

i I

! I

ö â 00-a 3 A B ;3 ü pSh t Xi0)

fi

I

i

M P3 â < S X

15

(25)

G. Antep Mebusu

C. Aziz Hatayın anavatana kavuşması sevinci büyük ve derindir bu mesut neticeye uluşmada unutulmaz hizmet his­ leri saym Hatayhları ve sizi muhabbetle anar hararetle teb­ rik ederim. (25. 6. 1939)

ÎSMET İn ö n ü

Dr. Ab d u r r a h m a n Me l e k

(26)

G E N E L D U R U M

H âtıralara başlamadan önce bazı hususların belirtilmesini fai- deli sanıyorum.

Antakya, İskenderun, Belen ve havalisi Osmanh idaresinde Halep vilâyetine bağlı birer kaza idi. İstibdat idaresinin fenalıkları bu vatan parçasında da tesir ve tezahürlerini gösteriyordu. Antakya’­ da medrese, tekke ve ağalar saltanatı hüküm sürüyordu. İskenderun’­ da ise kozmopolit bir muhit hâkimdi veT ürkleri boğmağa çalışıyordu, 1914 senesinde yüksek tahsilde bulunan 3 arkadaşımla Antak­ ya’da “ Tü r k Oc a ğ i” açmıştık. Muhitte milliyet fikirleri uyanmamış olduğundan birçok güçlükle bunu yaym aya çalıştık. O cağı oldukça kuvvetli bir teşekkül haline getirebilmiştik. Oradaki İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk zamanlarda çok yardımını gördük. Fakat bir müddet sonra O cağı teşkil eden gençlerin bazıları seferberlik dolayısiyle askere veya tahsil için başka yerlere gittiler, bu yüzden O cak kapatıldı. Bununla beraber âzanm çoğunda milliyetçilik hisleri yerleşmişti. Gerek Türk O cağı, gerekse İttihat ve Terakki Cemiyeti, muhitte, ileri­ de üzerinde yürünebilecek m illî bir zemin hazırlamış bulunuyordu.

Birinci Dünya Harbi esnasında Suriye’de birtakım gizli siyasî Arap cemiyetleri teşekkül etmişti. Antakya’dan birkaç kişi, Türk ve yerli oldukları halde, bu cemiyetlerle münasebet tesis etmiş olmablar ki, harbin son günlerinde Osmanh ordusunun Suriye’den çekildiği sıralarda Antakya’da kaymakam, savcı, jandarm a kumandam, mev­ ki kumandanı gibi m ahallî otoriteyi teşkil edenlerin Arap olma­ larından istifade ederek bunlarla birlikte Antakya’ya komşu H a­ tim , Gisrişuur kazalarından ve diğer Arap muhitlerden toplanan silâhlı bir kuvvete dayanarak “ Hükümet-i Arabiyye-i M uvakkate” namı altında bir hükümet ilân etmiştler ve memleket ileri gelenlerini bir sürü yalan yanlış havadisle tehdit ve tazyik ederek imzalarını almışlar, bir kısım Türk memurlarını da hapsetmişlerdir. Bu isyan hareketi üzerine Belen’deki askerî alayın Antakya’ya gelmesi ve şehri kuşatması sonunda Arap hükümetini kurmağa kalkışanlar kaçmak zo­ runda kalmışlardır. A lay şehirde asayişi temin ve normal hayatı iade

(27)

etmiştir. Ancak birkaç gün sonra Mondros mütarekenamesi’nin ah­ kâmına riayetle askerî kuvvetlerin Adana istikametine çekilmiş olma­ ları Arap komitecilerine meydanı boş bırakmıştır. Bunlar Mekke’deki âsi Şerif Hüseyin namına tekrar icrayı hükümet etmeye başladılar.

Harbin bittiği ve mütarekenin imzalandığı tarihte düşman or­ dusu Halep - Kilis arasında K atm a mevkiinde bulunuyordu. Burası, H atay’ın şimdiki hudutlarından 30 - 40 km. uzakta id i; böylece H a­ tay topraklanna hiçbir düşman kuvveti girmemişti. Böylece Misak-ı M illî’nin 2 nci maddesindeki “ Mütareke imza edilirken işgal al­ tında bulunmayan Osmanlı toprakları bir küldür. Bu topraklar tefrik kabul etmez” cümleleri H atay’ın durumuna tamamen tavafuk ediyordu.

Mondros mütarekesi imzalandıktan bir hafta sonra bir İngiliz müfrezesi A ntakya’ya gelmiş ve sadece askerî işgal halinda burada beş - altı gün kalmıştı.

12. I I . 1918 tarihinde de İskenderun’a bir Fransız gemisi asker çıkarmış, Fransız kumandam imzası ile sokak başlarına, hulâsası şundan ibaret olan beyannameler yapıştırılmıştır: “ Îskenderun-Halep şoşesi İtilâf Devletlerinin işgali altına alınmıştır. Fakat buradaki Os- manh mülkî idaresi kemakân devam edecektir,” Kum andan aym za­ manda İskenderun kaymakamına da bunu resmen tebliğ etmiş ve bu sırada H alep’te bulunan K ral Faysal da, Antakya’yı resmen Halep Faysal hükümetine bağladığını açıklamıştır. Bunun üzerine 7 .12 .19 18 de İskenderun’dan gelen bir tabur Fransız askeri Antakya’yı işgal altına almıştır. Faysal hükümeti ortadan kaldınimış, hükümet konağına Arap bayrağı asılmaz olmuştur. Yalnız memurlar mahallî idaredeki vazifelerine devam etmişlerdir. 2 ay sonra hükümete Fran­ sız bayrağı çekileceği haberi yayılınca Türk münevverleri şu beyan­ nameyi yayınlamışlardır: “ Antakya hükümet konağına çekilecek bayrak ancak T ürk bayrağı olabilir. Aksini yapm ağa cür’et edenler bunun acı akıbetlerinden çekinmelidirler. Bu memleketin mukad­ deratı tâyin edilinceye kadar burası hukuken T ü rk’ tür. Fransız ordusu buranın inzibatı ile alâkadar sayılabilir” .

İşgalin ilk gününden beri Fransız askerleri arasında bulunan Ermeni neferlerin sokaklarda yap tıklan taşkınhklar, ekalliyet unsur­ larının Türklere tahakküm etme yolunda askerî idareden gördük­ leri himaye ve yardım Antakya halkım endişe, asabiyet ve gergin bir hava içinde bırakmıştır.

(28)

Halep’te K ral Faysal’ın Fransız istilâsına karşı koymak maksa- diyle yarattığı çetecilik faaliyeti Müslümanlığı âlet eden birkaç poli­ tika simsarı vasıtasiyle buralara sirayet ettirilmiş, birtakım açıkgöz in­ sanlar da fırsattan istifade ederek H alep’ ten tedarik ettikleri silâhlan ve cephaneyi bu havali halkına yüksek fiatlarla satmak suretiyle ger­ gin havanın büsbütün bozulmasına sebep olmuşlardır, idarenin başı olan Fransız askerî hâkimi, çete teşkilâtı ile münasebeti olduğundan şüphe edilen kimseleri ve yakın akrabalarım hapis ve tazyik etmeğe başlamış, bunun aks-i tesiri olarak çetecilik sür’ atle genişlemiştir.

H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ? 3

H A T IR A L A R

ANARŞİ DEVRİ

1919 Nisan’ında İstanbul’dan A ntakya’ya geldim. Durumu anarşi içinde buldum. Osmanh ordusundan emekli yüzbaşı Asım’ın idare ettiği çetecilik faaliyette. Dağdan şehre silâhlar atılıyor, şehir­ deki kışladan Fransız askerleri makineli tüfek ve toplarla mukabele ediyorlar. Şehir içinde ve dışında muntazam bir otorite yoktu. Nüfuzlarına veya silâhşörlüklerine güvenen kimseler etraflarına top­ ladıkları şahıslarla çete teşkil ediyorlar, maksat ve gayenin ne olduğunu tesbit etmeden meydana atılıyorlardı. Bunlar arasında çok saf ve samimî ruhlu gençler olduğu gibi, eskiden eşkıyalık yapmış ve katil olarak tanınmış kimseler de vardı.

Şehirde bir saat içinde dağdan çeteler iner, sokaklarda Fransız devriyeleri ile karşılaşırlar, silâhlı çarpışmalar olur. Fransız askerleri istedikleri kimseleri şehrin herhangi bir semtinden sürükleyerek bş- laya götürürler, hapis ve işkence ederler, çeteler de istedikleri kim­ seleri yakalayarak dağa kaldırırlar, para veya söz alarak bırakırlardı. Atılan mermilerden, serseri kurşunlardan yaralananlar, ölenler ve zarar gören Türk evleri vardı.

Fransızlar şehir dışına ancak askerî birlikler halinde çıkabi­ liyorlardı.

Asım, karargâhını Antakya şehrine 10 km. uzakta bir Türk köyü olan N arlıca’da kurmuş. K ral Faysal namına yapm akta olduğu çe­ teciliği intizamsız şekilde oradan idare ediyordu. Faysal ile Asım ara­ sındaki irtibatı, başta Suphi Bereket olmak üzere, vaktiyle Antakya’da teşekkül etmiş olan Arap Komitesinin idare ettiği söyleniyordu.

(29)

Şehir halkı huzursuzluk içinde kıvranıyordu. Çeteciliğin umumî vasfı, Araplık namına yapılmakta olması idi. Anarşi vaziyeti de ay­ rıca teessür ve endişe yaratmıştı.

Antakya’nın tanınmış bir Türk ailesinin çocuğu olan yüzbaşı Asım eskidenberi tanıdığım ve son yıllarda İstanbul’da kendisi ile arkadaşlık ettiğim bir zat idi. İstanbul’dan geldiğimi işitmiş, beni görmek üzere şehre ineceğine dair haber göndermişti. Bu haber aynı zamanda komşularımıza da tebliğ edilmişti. Kom şularımızdan bir zat çok telâş gösterdi. Sebebini sordum, “ bizden para isteyecekler” diyordu. İki gece sonra Asım, sabaha karşı muhafızları ile beraber mahallemize geldi. Asım’a, niye bu yanlış yola saptım, mademki böyle bir hareket yapmak kudretindesin, niçin bunu kendi hesabı­ mıza Türklerin namına yapmıyorsun diye sordum. “ Türklerden ümit yok. Bize Araplar yardım ediyorlar. Büyük bir Arap İm para­ torluğu kuracağız. Bundan başka çare kalmamıştır” dedi.

Bir hafta müddetle şehirde hüküm sürdü. Arap komitesince tesbit edilmiş olan liste mucibince şahıslardan paralar topladı.

Burada hayret verici bir manzara ile karşılaştığımı yazm ak­ tan vazgeçemiyeceğim. Asım beni birkaç arkadaşla bir gece amca­ sının oğlunun evine dâvet etti. Odaların birinde incesaz, güzel sesle şarkılar, bol içki, ikide bir fettan bir Arap kızının raksları, bu esnada çeteler arasından yükselen bir ses “ Yaşasın Asım Bey” . Asım hemen ellerini ceplerine sokarak üç beş altın çıkarıyor, önüne gelen çete efradına atıyordu. Avluda bir tarafta rakı masaları, bir tarafta kumar oynayan beş altı kişi vardı. Bunlar önlerine gümüş me­ cidiyeler yığmışlardı. İşte Müslümanlık namına yapılan cihattan küçük bir tablo!

Antakya halkı şehri terkederek köylere dağılmak mecburiyetinde kaldı. Kışla ve hükümet konağı civarındaki mahallelerden başka semtlerde kimse kalmamıştı.

Halep şehrinin Fransız ordusu tarafından işgali üzerine Asım çeteciliği bir anlaşma suretiyle inhilâl etti. Faysal namına yapılan çetecilik faaliyeti umumiyetle dinî heyecanları istismar etmek gay­ retinden ileri bir netice vermemişti. Asım çeteciliğinin inhilâlinden sonra Türk çetebeışılanndan bazıları M araş’a giderek K uvay-i M illi- ye’nin H atay mıntıkasında da faaliyetini istediler. Asım da H alep’te nezaret altında iken kaçarak M araş’a iltica etti.

(30)

K U V A Y -İ M İLLİYE İLE TEMAS VE İR TİBAT TESİSİ

ittihatçılardan ve Türk O cağı mensuplarından bir kaç arkadaş Ahmet Türkm en’in riyasetinde M üdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ ni kur­ dular. Ahm et Türkm en’in Anadolu’da K uvay-i M illiye ile muha­ bere etmesine karar verildi. Reyhanlı’da da buna benzer bir hey’et teşekkül etti. Antep ve Adana havalisi işgal altında olduğundan yalnız Maraş ile muhabere ve temas temin edilebilmişti.

M araş’tan yüzbaşı Bedri kumandasında Antakya havalisine bir kuvvet gönderildi. Bunlarla Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti âzalan ara­ sında gizli temas başladı. Fakat Fransızların yaptığı askerî harekât üzerine yüzbaşı Bedri kuvvetleri bu havaliden çekilmek mecburiye­ tinde kalmıştı. Bu kuvvetlerle Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına Se­ lim M urat nam-ı müsteariyle muhabere eden Ahmet Türkm en’in mek­ tupları Fransızların eline geçtiği için Ahmet Türkmen kaçarak Gazi- antep’e iltica etti. Bundan sonra M araş’tan ikinci defa Özdem ir ku­ mandasında bir akıncı kuvvet daha gönderildi. Türk köyleri şimalden gelen her kuvvetle birlikte ayaklanıyordu. Buna karşılık Fransız idarecileri de askerî harekât yaparak köyleri yakıp yıkıyor, yağma ettiriyor ve ellerine geçirdikleri suçluları hapis, nefiy ve idam cezaları ile mahkûm ediyorlardı. Yüzbaşı Asım’ın da dahil olduğu Özdemir kuvveti cenuba doğru gelirken yolda Asım, eski çeteci arkadaşların­ dan şaki bir Arabın kurşunu ile öldürülmüştü.

Özdemir teşkilâtı genişlemekte ve tam bir millî mücadele man­ zarası almakta iken Ankara Itilâfnaınesi ilân edildi. Şimalden gelen kuvvetler çekilip gittiler ve yerlilerden bunlara iltihak etmiş olanlar da dağılmak mecburiyetinde kaldılar. Bu suretle de K uvay-i Milli- ye’nin bu mıntıkada devam etmesi için yapılan gayretlerden, zaman ve şartlar yardım etmediğinden beklenen netice elde edilemedi,

A N K A R A İTİLÂFNAM ESİYLE DOĞAN V A Z İY E T

Ankara’da Fransız murahhası Franklin Bouillon ile görüşüldüğü ve henüz itilâfnamenin ilân edilmemiş olduğu günlerde Gaziantep’e kaçmış olan Ahm et Türkmen, A ntakya’ya kırk elli nüsha beyanname göndermişti. Bunlar da, Antakya - İskenderun mıntıkası için ayrı bir idare ve eski Bakras Hükümetinin resmî alâmet-i fârikası olan ok ve tırpan işaretlerini havi hususî bir bayrak istenilmesi yazılı idi.

(31)

Yine bu günlerde İskenderun’a Colonel M elangeau’nın riyasetinde bir Fransız hey’eti gelmiş, memleketin ileri gelenleriyle temas edi­ yordu. O sırada arkadaşımız Rasim Yurtm an ile İskenderun’da bu­ lunuyorduk. Bizi de çağırdılar. H ey’et, ne gibi şikâyetlerimiz oldu­ ğunu, nasıl bir idare istediğimizi sordu. “ Her şeyden evvel anava­ tanımız Türkiye’ye iltihak istiyoruz” cevabını verdik. “ Bu, mümkün değil. Bizim maksadımız bu mıntıkada idaremiz altında kalan Türk- leri memnun edecek bir idare şekli tâyin etmektir. Bundan başka mevzuda bir şey görüşemeyiz” dediler. “ Ö yle ise Suriye’den ayrı bir mıntıka olarak burada hususî bir idare kurmalısınız, m illî ve İçtimaî Türk üstünlüğünün hâkim kılınmasını isteriz” dedik.

Muhaveremiz esnasında harita üzerinde Türk ve Arap mıntıkala­ rım işaret ederken, tuhaf tesadüf, bilâhare teşekkül eden “ Müstakil İskenderun Sancağı” hudutlarını çizmiş olduk.

Ankara itilâfnamesi ilân edildi. İtilâfnamede İskenderun ve havalisi için hususî bir rejimden, Türk bayrağına benzer bir bay­ raktan bahsedilmesi, şimdilik atıavatanın bu mıntıka ile fazla meşgul olamıyacağım göstermekle beraber, üzerinde yürünebilecek bir esas kurulduğunu ümit ettirmekte idi.

Ankara itilâfnamesinin 3 üncü maddesi: İşbu “ ihtilâfnamenin imzasından itibaren azamî iki ay müddet zarfında Fransız kıtaatı 8 inci maddede mezkûr hattın cenubuna ve Türk kıtaatı hatt-ı mezkûrun şimaline çekilecektir.”

7 nci m addesi: “ İskenderun mıntıkası için bir usul-i idare-i mah­ susa tesis olunacaktır. Mıntıkay-ı mezkûr enin Türk ırkından olan sekenesi harslarımn inkişafı için her türlü teşkilâttan müstefit olacak­ lardır. Türk lisanı orada mahiyet-i resmiyyeyi haiz olacaktır.”

8 inci maddesi: “ Hatt-ı hudut İskenderun körfezi üzerinden Payas mevkiinin hemen cenubunda olmak üzere intihap olunacak bir nok­ tadan başlayacak ve takriben Meydamekbez’ e doğru gidecektir.” hükümlerini ihtiva ediyordu.

Esas itilâfnameye bağlı olan protokollarda, İskenderun ve Antak­ ya mıntıkalarında mütemekkin ahaliye, Türk bayrağını ihtiva eden hususî bir bayrak intihap etme selâhiyetini vermek lâzım geldiği tesbit edilmişti.

İtilâfname Türk halkının ümitlerini gelecek zam anlara atması itibarı ile Türklerde teessür ve yeis yarattı. Üstelik Adana havali­

(32)

sinden çekilen Fransız işgal kuvvetleri ile beraber oradaki Ermenilerin çoğu ve K uvay-i M illiyeye aleyhtar kimseler İskenderun mıntıkasına yerleştiler. Bunlar, çılgın bir kalabalık halinde etrafa Türk düşman­ lığı saçıyorlardı. Şimdiden itilâfnamenin bir maddesindeki “ Carac- tere populaire” taahhüdünnün nakzedilmesi yolunu tutmuşlardır.

Um um î harbin ikinci senesinde Antakya’da Musa dağında isyan eden yerli Ermeniler Fransız gemileriyle Kıbrıs ve Mısır’a kaçmış­ lardı. Fakat mütarekeyi müteakip Fransız işgaliyle beraber yeniden köylerine dönmüşlerdi. Böylece Îskenderun-Antakya ve havalisinde 30 - 40 bin kadar Ermeni toplanmış oldu.

Fransız idarecileri bu mıntıkadaki Alevîlerin ve Hıristiyanların bir kısmını da Türkler aleyhine tahrik etmişlerdi. Böylece Süvey- diye nahiyesindeki Türk köyleri ile bazı A levî köyleri arasında kanlı hâdiseler çıkmasına meydan verildi. Alevîler Arapça konuştukları için Fransız idarecileri taraündan Arap lisan ve kültürü meselesi ortaya atıldı. Alevîler Türk olduklarını bildiklerinden bu hususta bir id­ diaya kalkışmamakla beraber bir kısmı, Fransız idarecilerinin günlük politikalarına ayzık uydurmaktan ve hükümet taraftan olmaktan vazgeçmediler.

Ankara itilâfnamesinin henüz mürekkebi kurumamışken İsken­ derun sancağı, ırkların, dillerin, siyasî cereyanların çarpıştığı bir fesat yuvası haline getirilmişti. Zevahiri kurtarmak gösterişiyle Fran­ sız idarecileri Antakya’ da İktisadî ve İçtimaî maksatlarla muhtelif unsurlardan bir gençlik teşekkülü kurmak fikrini ortaya attılar. “ Se- lâmet-i Belde” adı verilen ve Türk, Arap, Alevî, Hıristiyan ve Ermeni âzası bulunan bir cemiyetin mutantan surette küşat resmi yapıldı. Henüz acıları unutulmayan Süveydiye vakası, muhitin birden değişen ırkî ve İçtimaî manzarası, böylece m uhtelif unsurların iştirakiyle bir teşekkül vücuda getirilmesi fikrini, günün makul politikası olarak ka­ bul ettiriyordu. En temiz Türklerden bazıları bile bu cemiyete âza ya­ zılmışlardı. Her sınıf halkın iştirakr/Ie “ Selâmet-i Belde” tam bir halk teşekkülü olmuştu. Bir müddet sonra cemiyetin Türk azasımn yaban­ cıların tesirine karşı mukavemet göstermesi ve reisleri Samih Azm i’nin Ankara’ya gitmesi üzerine cemiyet, hükümet tarafından kapatıldı.

Ankara itilâfnamesi gerek ahdî bakımdan, gerekse tatbikata fena başlanmasından ümitleri söndürmüştü. Yalnız bir iki kişi, istik­ balde itilâfnamenin mühim rol oynamağa mesnet olacağım düşün­ dük. Siyasî çalışm alanmızda bunu daima ileri sürdük. Fransızlar-H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ? 7

(33)

dan istediklerimizi de hep buna temas ettirerek hukukî sahada iddia­ larımızı ortaya atabildik.

îtUâfnameden şahsen benim de istifadem oldu. Şöyle ki, General Gouraud Suriye ve Lübnan’da fevkalâde komiser iken Antakya’ya gelmiş, memleketin ileri gelenlerini hükümet konağına dâvet ederek bir nutuk vermişti. Nutkunda Fransızların, hak ve adalet prensip­ leriyle buralara geldiklerini, akalliyetler hukukunu müdafaa etmeyi siyasî şiar edinmiş olduklarını, kendisinin de Türk muhibbi olması dolayısiyle, buradaki Türklerin menfaatlerini himaye edeceklerini söyledi. Ben buna sinirlenerek “ General! burada Türkler akalliyet değil tam bir ekseriyettir. Burası tam bir Türk memleketidir. Eğer siz bir T ürk muhibbi iseniz ona göre muamele yapmalısınız” diye­ rek söze karıştım.

Aradan iki ay kadar bir zaman geçmişti. Bir gün İskenderun mutasarrıf vekili Ethem Civelek, benimle üç arkadaşım hakkmda, îrvat adasına gönderilerek iş’ar-ı âhire kadar orada ahkonmamıza dair General Gouraud’dan bir kareırname çıktığım, fakat İskenderun m ahallî otoritesi bunu icra etmek üzere iken îrvat adasındaki Türk menfîlerinin Mersin limanında teslim edilecekleri tebliğ edildiğinden, karann icra edilmediğini söyledi.

Memlekette yüksek tahsil görmüş münevverlerin adedi pek azdı. M uhitte âmil olabilecek eski politikacılardan bazıları, Fransızlara ve Suriyelilere mal olarak tamamen menfi yol tutmuşlar, bazıları da bizimle beraber Türk dâvasını güttükleri için hapsedilmişler yahut kaçmışlardı. Halkın çoğu m illî hislerini içlerinde gizlemek zorunda kalmışlardı. Y aln ız Anadolu’da devam eden m illî mücadelenin mu­ vaffak olması için her Türk gece gündüz dua etmekte, kadınlar gizlice minarelere çıkarak göz yaşlarıyle A llah’a yalvarmakta, adak ada­ makta idiler. Gözler ve gönüller Anadolu’da Mustafa Kem al Paşa’ya tevcih edilmişti.

A N A V A T A N L A TEMASLAR

1922 yılında Antakya’yı bu halde bırakıp İstanbul’ a gittim. Büyük İzm ir zaferi kazanıldı. İstanbul’da arkadaşım Baha Miski ile hemşehrileri topladık. Bunlardan aldığımız itimatname ile A n­ kara’da Büyük M illet Meclisine, Reis Mustafa Kem al Paşa’ya tel­ grafla müracaat ettik ve bizim mıntıka ile de meşgul olmalarını istir­ 8 H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ?

(34)

ham eyledik. Hilâliahmer Reisi Hâmit Bey vasıtasiyle de arzuhaller yolladık. Antakya ve Reyhanlı’dan da Tayfur Sökmen, Rasim Yurtm an, İnayet Mürseloğlu, Samih Azm i Ezer bir heyet halinde Ankara’ya geldiler. G azi Mustafa Kem al Paşa Heyeti kabul ettiler. Heyet maruzatı arasında bu havalide yapılan çetecilikten bahse­ dince Gazi Paşa “ Bunlar bize resmen bildirilmeli” buyurmuşlardır. Heyetin gelişinden gazeteler de bahsetmişti. Fransız idarecileri heyete dahil olanları, o havaliye sokmamak için haklarında mahkûmiyet karan çıkardılar. Bu arkadaşlarımız Adana’ da “ Antakya - İskenderun ve Havalisi Birliği” ni kurdular. Fakat birliği devam ettiremediler. Yalnız bundan büyük bir kazancımız şu oldu :

GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA’nIN AD AN A’dA SÖYLEDİKLERİ

Gazi Paşa’nın Adana’yı teşriflerinde yapılan istikbâl merasiminde birlik âzaları siyah bayraklarla katıldılar. Siyah giymiş Antakya’lı bir kızcağızın “ Paşam bizi de kurtar” diye yalvarması üzerine G azi Paşa “ 40 asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz” cevabını verdiler. Bu söz lâhutî bir müjde gibi her T ürk’ün kalbinde ve mefkûresinde ümit ve iman şeklinde yerleşti.

TEMASLAR DEVAM EDİYOR

1923 sonlarında Antakya’ya döndüm. Burası şimdi kaynaşan bir manzara arzediyor. Şöyle ki, hocalar ve ağalar saltanatı çok artmış, Türkiye’den kaçan ve kovulanlarla cinsi, cibilliyeti meçhul türedilerin oymağı olmuş. Hem öyle bir saltanat ki, kraldan ziyade krallık taraf­ tarı, öyle bir oymak ki, dağdan gelenler bağdakileri kovarlar darbı­ meselince yerlilerden ziyade memlekete sahip görünerek Araplık iddia­ sında bulunuyorlardı. Nüfus kütüğüne Arap yazılanlar, Türk olduk­ ları halde, adlarına bir “ al” ilâvesiyle hesp ve neseblerini Haşimîlere, H alit bin V elid ’e kadar çıkaranlar vardı.

Ü ç, beş arkadaş elele vererek Anavatanım ız Türkiye lehinde propaganda yapm ağa başladık. Propagandalarımız Fransız idareci­ lerine aksettikçe, ikide bir delegeler, kumandanlar, istihbarat reisleri bizleri çağırıp, tehdit ederlerdi, ö y le zamanlar oldu ki, bir günde üç kere hükümete, resmî dairelere suçlu olarak çağırıldık. Anadolu’da hilâliahmer için A ntakya’da topladığımız paralar yüzünden iane komisyonu reisimiz H acı Sakip M üftü hapsedildi.

(35)

Hilâliahmer ianesi bura Türklerinin vatan ve istiklâl aşkına gü­ zel bir misal teşkil etti. İktisadî vaziyetin çok sarsılmış olmasına rağ­ men Antakya kazası bir gün içinde on binlerce lira teberrü etti. Altın- özü’nde bir Türk köyünde ihtiyar ve fakir bir kadının “ 4 zeytin ağa­ cım var. İkisini satın, parasını gönderin” diye yalvarması, genç bir kızın parmağındaki yüzüğü çıkararak “ benim bundan başka verecek bir şeyim yok, bunu kabul edin” demesi, hepimizin siyasî gayemiz uğrundaki cesaretimizi arttıran bir heyecan kaynağı oldu.

Lozan muahedenamesiyle bura ahalisine verilen tâbiiyet hıyar hakkı 1926 da nihayet bulacaktı. Birçok Türkler haklarını Türkiye lehine kullanarak göçmek için hazırlandılar. Bereket versin Halep’ te Türkiye Cumhuriyeti Konsolosluğunun terk-i tâbiiyet işlerinde bilil­ tizam gösterdiği müşkülât, memleketi terketmemek hususundaki propagandalar buna mâni oldu. Halk itimat ettiği münevverlerin sözlerini dinlemeye başlamıştı.

Genç nesil arasında muhitte âmil olabilecek kimse yoktu, tdadî tahsilini bitirmiş gençleri teşvik ederek anavatanda yüksek tahsile sevketmek, ilerisi için ümitli verimli bir teşebbüs olabilirdi. Nitekim zamanla İstanbul ve Ankara Üniversitelerinde yetişen Hatayh gençler H atay mücadelesinde ve kurtuluşunda faal birer vazife gördüler.

Senede birkaç kere İstanbul ve Ankara’ya giderdim. Bir defa­ sında Adana’daki arkadaşlarım vasıtasiyle bir zat ile tanıştım. Bu zat oradaki m illi emniyet teşekkülünün dâvamızla meşgul olması hususunu temin etti. Aynı zamanda Halep’ te Türk konsoloshanesi ile de münasebet tesis etmiştik.

Türkiye’deki resmî otoritelerin bu kanallar vasıtasiyle bizimle meşgul olmak istediklerine çok sevindik. Ümitlerimiz takviye edil­ miş oldu. Gizli muhaberelere başladık. Aram ızda iş taksimi yapmak suretiyle altı arkadaş (Abdülgani Türkmen, Dr, Abdurrahm an M e­ lek, V edi K arabay, Selim Çelenk, Samih Azm i Ezer, Abdullah Mür- seloğlu) birbirimize candan sanimış halde çalışmaya başladık, M eh­ met Tacirli de bir zaman sonra aramıza katıldı. Şükrü Balcı K o ­ mitenin naşLr-i efkârı olarak daima temasta idi.

İSKENDERUN SANCAĞI

Fransız manda idaresi, Suriye ve Lübnan’ı, Halep, Şam, Lübnan devletleri ile Lâzkıye A levî devleti adlan altında parçalara ayır­

(36)

mıştı. Bir de İskenderun Müstakil Sancağı kurulmuştu ki, bu suretle Ankara itilâfnamesindeki siyasî taahhütlere uygun hususî bir idare tatbik edilecekti. Halbuki bu mıntıkada tatbik edilmiş olan idare şekli muhtelif safhalar geçirdi. İlk zamanlarda İskenderun (Adana Fransız işgali altındayken), Cebelibereket sancağına tâbi Dörtyol kazası ile bir­ likte bir İdarî ünite olarak Beyrut’taki Fransız Fevkalâde Komiser­ liğine bağlı bir guvernör idaresine bırakıldı; 1921’de de Fevkalâde Komiserin bir kararnamesi ile İskenderun sancağı namı altında bir nev’i İdarî otonomi ile Halep devletine bağlandı. Daire reisle­ riyle hâkimlerin tâyini Halep devleti tarafından yapılmak şartiyle idare başına sivil bir mutasarrıf getirildi. Osmanh kanunları yürürlükte bırakılmıştı. A dlî teşkilât, Beyrut Tem yiz Mahkemesine bağlı olmak üzere İskenderun’da bir istinaf mahkemesi kuruldu. Aynı tarihte ce­ nupta bayır bucak nahiyeleri İskenderun sancağından ayrılarak Lâz- kıye’ye bağlandı. Zam anla İskenderun sancağı da Suriye hüküme­ tinin başkenti Şam’ın nüfuz ve idaresi altına girdi. Bir taraftan da bu mıntıkanın Suriye’nin bir parçası olduğunu, kayıtsız, şartsız Şam’ a bağh kalması lüzumunu savunan bir cereyan yaratıldı. Bu yüzden sancak ahalisi ikiye ayrılmış oldu: Türklerin çoğu ve bir kısım Ale- vîlerle Ermeniler sancağın müstakil olmasını, sünnî Araplar, Arap- hk iddia eden birkaç aile, Arapça konuşan Hıristiyanlar ve bir kısım Alevîler Şam ’a bağlanmasını istiyorlardı. Bu ikilik, Suriye ve Lübnan gazetelerinde akislerini gösterdi. Bazı Arapça gazeteler İskenderun sancağı Arap ekseriyetini haiz olduğundan Şam’dan ayrılmıyacağını, Fransızca çıkan bazı gazeteler de burada muhtelif unsurların mevcu­ diyeti dolayısiyle mıntıkanın bir hususiyeti olduğunu yazdılar.

M anda idarecileri her iki cereyanı da desteklemekle beraber müstakil sancak fikrini daha çok benimsemişlerdi. Resmiyette müstakil İskenderun Sancağı etiketi yer almıştı. Şam’ a taraftar olanlar “ bir merkez-i İslâm olan Şam’a merbut kalmak sancakta Müslümanbğın tefevvukunu, hâkimiyetini temin eder. Müstakil sancak ise doğrudan doğruya Beyrut’taki Fevkalâde Komserliğe bağlı kalmak demektir ki bu da Hıristiyanlara mahkûm olmak neticesini doğurur” şeklinde pro­ pagandalar yapıyorlardı. Müslümanhk propagandası politika yapm a­ yan saf ve samimî Türklere de cazip göründüğünden Şam taraftarları bunu istismar etmekte asla tereddüt etmediler. Müstakil İskenderun Sancağı fikrini müdafaa edenler de buranın hususî bir idareye tâbi tutulmasiyle Şam’ın fazla nüfuzundan kurtulmak, Türkçe’nin resmî

(37)

bir dil olarak kullanılması, mâliyesinin ve idaresinin müstakil kal­ ması dolayısiyle memurların yerlilerden alınması icap edeceği müta­ lâasını ileri sürüyorlardı. Türkler ekseriyetle buna taraftar oldular. Fransızlar ile görüşmelerimizde hep bu rejim üzerinde ısrar ettik.

Türklerin büyük ekseriyetinin kitle halinde bir maksada bağlı kalması mahzurlu görülmüş olmalı ki bunları parçalam ak yoluna gidildi. Arap hükümeti ilânında faal rol oynamış bir şahsın oğlu, Türk Halk Teşekkülü namı altında bir cemiyet kurmağa kalkıştı. Bir gün Ulu Camide sancağın müstakil olması lehinde nümayişler yaptılar, nutuklar söyleyerek “ Yaşasın M anda, Yaşasın M anda” diye bağırdılar. Buna karşılık Suriye Meclis-i Mebusan Reisi ve Sabık Devlet Reisi aynı camide mimbere çıkarak sancağın müstakil olması aleyhinde konuştu. Böylece günün politikası camilere intikal ettiril­ mişti.

1925 senesinde sancağın siyasî manzarası ve dahilî politikası bu şekilde idi.

İstikbalde iş görebilmek için müstakil sancak cereyanının yer­ leşmesine, genişlemesine çahşmak uygun olacağı kanaati bizde hasıl oldu. Çalışmalarımızı bu yolda teksif etmeğe karar verdik.

Arapça bilmedikleri, hep Türkçe konuştukları için Ermeniler, Türkçe lisanının resmiyette geniş yer alması isteğinde bizimle birle- şiyorlardı. Buna, Arap taassubundan incinmiş oldukları için bir kısım Alevîler de iltihak ediyordu. Müstakil sancak cereyanını Fransız idarecileri yarattıklarından bunun taraftarlarını hırpalam ayacakları için politika hayatında biraz serbest çalışabilmek bizce mümkün olacaktı. Nitekim millî dâvamızın başka unsurlara siyasî endişe vermeyen bazı safhalarını açıkça yürütebildik. Şam’dan sancağa Arap memurlar gönderilmesi aleyhinde bulunduk. Beyrut’ taki Fran­ sız Fevkalâde Komiserlere, Cemiyet-i Akvam ’daki murahhaslarına şikâyetlerimizi aksettirmeğe başladık.

Fakat bunun neticesi olarak Şam’dan gelecek bir memurun yerine ya bir A levî yahut bir Ermeni veya Hıristiyan tâyin edildi. Bu hal bize bir iddia ve şikâyet mevzuu daha yaratmış oldu. İskenderun sancağından Suriye meclisine mebus gönderilmemesi, mebusların İskenderun’da toplanmaları fikrini ortaya attık. 1926’da Suriye ve Lübnan Fransız Fevkalâde Komseri De Jouvenel’in Türkiye’ye gel­ mesi ve Türkiye ile Suriye arasında dostluk ve iyi komşuluk muahe­ desini imza etmesi, bahusus İskenderun’da bir hükümete inkılâp 12 H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ?

(38)

edebilecek idare şekli tatbik edeceğine dair gazetelere beyanatı, bize yeni taleplerde bulunmak cesaretini verdi. Ermeni ve Alevîlerin ekseriyetini temsil eden kimselerle muhtelit toplantılar yaparak mebusların İskenderun’da içtima etmelerini temin hususunda teşeb­ büse geçilmesini uygun gördük. Ben ve Abdülgani Türkmen gerek muhitte gerekse Fransız memurları nezdinde T ürk unsuru namına söz söylemek yahut Türklere tebliğ edilecek şeylere muhatap olmak vaziyetine gelmiştik.

İSKENDERUN HÜKÜMETİ

1926’ da H aut Commissaire De Jouvenel’in çıkardığı bir karar­ nameye göre, merkezi İskenderun olmak üzere müstakil İskenderun sancağı hudutları dahilinde doğrudan Beyrut’taki Haut-Commis- saire bağlı bir hükümet kurulacaktı. Bu hükümetin mebusan meclisi, kanun-i esasisi ve müntahab bir hükümet reisi olacaktı. Şam mec­ lisine giden 6 mebus adedine 3 .yeni mebus daha ilâve edilecekti.

Yeni intihap ilân edildi. Muhtelit bir toplantıda hükümet reisliği için Gaziantep’te bulunan Ahmet Türkm en’in adını ileri sürdük. İtiraz eden olmadı. Ertesi gün evime ikisi de kumandan rütbesinde ve mesalih-i hassa şefleri iki Fransız zabiti geldi. Biraz ko­ nuştuktan sonra “ Dün akşam bir içtima yapmışsınız. Bunda Ahmet Türkm en’in hükümet reisliğine getirilmesini istemişsiniz. Neden bu lüzumu hissettiniz? Burada Türklerden hiçbirini bu mevkie lâyık görmediniz mi? Reisin kim olabileceğini bilâhare halletmek kolaydır. Mösyö Durieux gibi bir idare adamı başta oldukça başka kimseyi düşünmek haksızlık olur. Biz sizden, Türk unsurundan yeni idare şekline ve bunun için de sizin yeni seçime iştirakinizi istiyoruz” dediler, Durieux İskenderun sancağında Fransız Fevkalâde Komserinin dele­ gesi sıfatiyle V ali-i Um um î mevkiinde bir idare âmiri idi.

İntihap işleri din ve mezhep esaslarına göre düzenlenmişti. Yalnız Ermeniler için milliyet esası kabul edilmişti. Mebuslar nüfus nisbetinde 3 Müslüman Sünnî, iki Alevî, bir Ermeni, bir Hıristiyan ortodoks olarak seçilirdi. Üstelik intihapta yalnız Fransız delegesinin istediği kimseler kazanabilirdi. İleride herhangi bir iddiaya, protestoya mahal kalmasın diye her intihapta memleketin heyet-i umumiyesini iştirak etmiş göstermek için Türkleri okşayarak ikna etmeye çalışmak âdet olmuştu. Bunun için bize de mebus namzetliği teklif edildi.

(39)

Arkadaşlanm ızdan biri sözümüzü dinlemiyerek namzediğini koydu, muvaffak olamadı. Seçilen mebuslar Araplık iddia eden ve Şam’a taraftar olan kimselerden çıkmıştı.

Eski ve yeni mebuslar İskenderun’da toplandılar. Bir kanun-i esası yapıldı. Bu suretle Fransız mandası altında “ Müstakil İskende­ run Hükümeti” kurulduğu ilân edildi. Hükümet reisliğine de delege Durieux seçildi. Bunun üzerine Suriye’de fırtına koptu, gazeteler büyük harflerle İskenderun’da hükümet teşkilini protesto ettiler. Y eni hükümet için yapılan mutantan merasimin henüz arkası alın­ mamıştı. Fevkalâde komserin ikinci bir kararnamesiyle hükümetin adı değiştirilerek “ Şimalî Suriye Hükümeti” ismi verildi. 4 gün sonra da kanun-i esası gereğince İskenderun sancağının istiklâli için yemin etmiş olan mebuslar, Suriye devlet reisi Ahm et Nam i’nin murahhasları huzurunda tekrar Şam ’a iltihak karan verdiler. Y alm z Ermeni mebus Narik “ henüz imzamın mürekkebi kurumamıştır. Ben sözümü ve imzamı geri almam. Şam’a iltihak kararını kabul etmiyorum” diye­ rek m uhalif kaldı. Bu suretle müstakil sancak dâvasımn bir safhası daha kapanmış oldu.

ŞAM’ A BA Ğ LI MÜSTAKİL İSKENDERUN SANCAĞI DEVRİNDE

Artık Şam’a bağlı kalma devresi başlamıştı. Bu devrede geçen safhalar bize serbestçe söz söylemek, Suriye’den ayrı bir idareyi resmen istemek, T ürk menfaatlerini ileri sürmek zeminini hazırla­ mıştı. Anavatan’daki matbuatın arasıra Suriye gazetelerine cevap vermeleri, İskenderun sancağında yayınlanan Türk kültürü ile alâkalı yazılar, halkın bizi tuttuğumuz yolda takip etmelerine çok yardım etti. Tahsilde bulunan gençlerin sık sık mektuplar, mec­ mualar, gazeteler göndermeleri akraba ve ahbaplarını bize celbedi- yordu. Anavatanla muhabere ve fikir temasları genişlemişti. Gün geçtikçe vaziyet gözle görülecek derecede ilerledi. Çarşı ve dük­ kânlarda Gazi, İsmet ve Fevzi Paşa’larm resimleri görülüyor, kahvelerde, gazinolarda gramofonların çaldığı İzm ir ve Sakarya marşları işitiliyordu.

İkide bir polisler bu resimleri topladıkça 24 saat içinde yenileri daha çok sayıda ortaya çıkıyordu. Bunları kim getiriyordu, kim çoğaltıyordu? Bu bir meçhul olarak kalmıştı. İsticvap için hükümet dairelerine çağırılanlar göğüslerini gere gere gidiyorlar, nezaret veya tevkiften kurtulur kurtulmaz resimlerden, plaklardan yenilerini

(40)

rik etmekten çekinmiyorlardı. Gün geçtikçe artan bu fikir hareket leri bir Türk gencini (Şükrü Balcı) Antakya’da bir mecmua çıkarmak gibi hayırlı bir teşebbüse şevketti. îk i sene evveline kadar hayatta olan babası Hacı Fehmi Balcı ile beraber çahşımş, bu yüzden zavallı ihtiyarın Fransız askerî mahkemesi tarafından hapsettirilmesinden derin ıztırap duymuştuk. Şimdi oğlu ile beraber çahşmaktan zevk duyacaktık.

M ecmuanın ruhsatını almağa muvaffak olamıyorduk. Ancak yazı heyeti olarak bizlerle beraber, içinde bir Ermeni, bir resmî memur ve bir de hoca bulunan bir heyet göstermek, hem Türkçe, hem Fransızca neşriyat yapmak şartiyle izin alabildik. “ Yeni M ecm ua” namiyle çıkan mecmuanın ilk nüshalarında maksadımızı maske ederek içtimai, ilm î makalelerle işe başladık. Yavaş yavaş siyasî mev­ zulara girdik. Sancağın istiklâli lehinde, Şam ’ın nüfuzu ve Suriye’nin vahdeti aleyhinde yazüar yazdık, Suriye gazetelerine çattık. Sancak­ taki idareyi ve memurları tenkit ettik. Yazılarım ız muhit halkında çok alâka uyandırdı. Y a zı yazan gençi.^rin adedi arttı. Yeni M ecmua­ nın etrafında sanki bir Türk birliği teessüs etmiş oldu.

Mesai tarzımız biraz daha intizam kesbetti. Adana’da millî emniyet, H alep’te T ürk konsolosluğu ile muhaberelerimiz başladı. İskenderun, Kırıkhan ve Reyhanlı ile bazı köylerde teşkilâtımız ve mutemedlerimiz oldu. Her şeyden vaktinde haberdar olmak, kuvvedi propaganda ile istediğimiz meseleye istediğimiz istikameti vermek mümkün oluyordu. Tüccar, doktor, avukat gibi kıymetli eleman­ lardan başka, mecmua ve benzeri vasıtalarla, her sınıf halk ve hattâ köylülerle daim î temas halinde idik.

Y a zı ve sözlerimizden dolayı ikide bir resmî makamların taz­ yiklerine maruz kalmak, yahut bunlar tarafından izrar edilmek biz-

1

er için bir âdet hükmüne girmişti. H iç aldırış etmiyorduk.

1928 senesinde Antakya’da mebus intihabı epeyce gürültülü ol­ du. Biz intihaba alâkasız kaldık. Bununla beraber mebusların san­ caktan Şam’ a gitmemeleri için yeniden gayret gösterdik. Şam meclisinde sancak mebuslarından Süreyya H alef ve Ahmet Mür- seloğlu — Fransız otoritesinin muvafakatiyle olsa gerek— Türkçe konuştular. H attâ Ahm et Mürsel İskenderun istiklâli lehinde Türkçe nutuk dahi okumuş ve bu nutuk zabıtlarda yer almıştı. Buna Şu mâna veriliyordu: Sancakta gittikçe genişliyen istiklâl cereyam, Fransız makamları tarafindan Suriyelilere bir tehlike olarak göste­

(41)

riliyor, birtakım tâvizlerle tehlikenin önüne geçebilmek için Şam meclisinde Türkçe konuşturulmasına müsaade edilmesi tavsiye olu­ nuyordu. Böylece Suriye meclisinde millî bir birliğin bulunmadığı- da dış âleme ilân edilmiş oluyordu.

İSKENDERUN SANCAĞI STATÜ ORGANİĞİ

1928’deki Şam Mebusan Meclisi, Müessesan Meclisi olarak Suriye kanun-i esasisini ve buna zeyl olarak İskenderun statü organiğini ha­ zırladı 1930 senesinde de Gemiyet-i Akvam mandalar komisyonu tara­ fından bu kanun-i esası ve zeyli tasvip edildi. İskenderun sancağının malî ve İdarî muhtariyeti bununla beynelmilel bir vesikaya bağlanmış oldu.

Statü O rganiğin Birinci M a d d e si:

Suriye devleti dahilinde İskenderun Sancağına bir idare-i mah­ susa, bahşedilmiştir. İşbu idare-i mahsusa İdarî ve m alî hususatta mevadd-ı âtiye ile tanzim edilmiştir. Bu idare-i mahsusanm tatbikinin temini için mutasarrıfa ve meclis-i idareye hususî selâhiyetler tevcih edilmiştir. Selâhiyetler aşağıda tarif edilmektedir.

İkinci M a d d e si:

Devlet Reisi, hükkâmı tâyin eder. Mutasarrıfın inhası üzerine kaymakamları ve Sancağın merkez devair ve rüesasını tâyin eder. Mutasarrıf, Devlet Reisinin daimî bir mümessili sıfatiyle diğer memur ve müdürleri tâyin eder ve bu nizamnamenin kendisine vermiş olduğu selâhiyet dairesinde icray-i vazife eder.

Üçüncü M a d d e s i:

“ Meclis-i idare, dokuzu müntehap ve üçü mansup olmak üzere 12 âzadan teşekkül eder. Bu intihap devletin umumî kanununa tâbi­ dir. Nasb ise mutasarrıfın göndereceği esami listesinden birisi. Devlet Reisi tarafından tercih edilmek suretiyle yapılacaktır. Bu listede tica­ ret odaları reislerinin ve sancağın eşrafının isimleri bulunacaktır. Gerek müntehap ve gerek mansup âzalar dört sene içindir. Meclis nısıf âza ile tecdid edilebilir” hükümlerini ihtiva ediyordu.

Statü Organik gayri Türk unsurlar tarafından ideal bir şekil ola­ rak alkışlandı. Zira Türkçe ve Arapça bildikleri için bu sayede memu­ riyetlere hep kendileri tâyin edildiler. Hükümet muamelâtında Türkçe ı6 H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ?

(42)

müracaatlar reddedilmemekle beraber memurlar Arap dili ile iş görüyorlardı,

Türk okullarmda öğretim Türkçe yapıldığı halde Türkiye’­ den getirilen kitaplardaki Türk büyüklerinin resimleri ile Türklüğe ve m illî mücadeleye ait kısımları çıkarılıyordu; yahut Antakya lisesinde Türkiye’den kaçmış olan bir iki öğretmene Türkçe okul kitapları yazdırılarak Türk öğrencilere okutuluyordu.

Antakya lisesi Türkçe ve Arapça olarak iki kısımdı; her iki kı­ sımda da başta Fransızca geliyordu. Ders programlarında Türk ta­ rihine ait hiç bir şey yoktu. Türk inkılâplarından, Türk mefahirinden bahsetmek suç teşkil ederdi. Halbuki Arap öğretmen ve öğrencileri­ nin ve ara sıra okulu ziyaret eden resmî şahsiyetlerin Arap propagan­ dasından bahsetmeleri hiçbir suretle muahaze edilemezdi. Bir gün Antakya’da köprübaşındaki ilk okulda bir m aarif memuru tara­ fından Atatürk’ün resmi yırtılarak kitaptan çıkarıldığı duyulunca o gece birkaç T ürk terzi sabaha kadar binlerce rozet yapmışlardı; ikinci gün çocuklar yakalannda Atatürk’ün resmini taşıyan birer rozetle okula gittiler. Fransız idarecileri meseleyi kapatmak, heyecanı y a­ tıştırmak için “ kendilerinin emirleri olmaksızın m aarif idaresinin resmi yırttırmış olduğu’’ haberini yaydılar.

Statü Organik’deki İdarî otonomiye rağmen Şam, sancağa memur göndermekten geri kalmazdı. Bir taraftan da mandater hükü­ met “ Sancak Türkleri isteklerinde ileri gitmesinler İskenderun San­ cağı Suriye toprağıdır. Suriye siyasî vahdetine dahUdir. Ancak mahdut bir otonominiz var” diyerek devekuşu hikâyesini andırır bir siyasetle mıntıkayı renksiz bir hale getirmeye çahşırdı. Suriye otoritesi de Türk rengi gösteren her şeyi doğrudan doğruya yahut bilvasıta darbe- lemekten geri kalmazdı. Nitekim Yeni M ecm ua ve etrafmdakileri dağıtmak teşebbüsü buna misâl teşkil eden hareketlerden biriydi. Mecmuanın bir nüshasında bir öğretmen’in Peygamberden bahseden felsefî konular yazısı bahane edilerek Ram azanın 27 nci günü akşam üstü hocalann nümayişi ile karşılaştık. Bir gece evvel matba­ adan aşırılan prova nüshalarından iki üç tanesi, camilerde müftü taraûndan elden ele dolaştırılarak halkın tahrik edildiğini, ertesi gün hükümete gidilip şikâyete karar verildiğini haber aldık. Bunun üzerine mecmuamn o nüshasındaki bahsi geçen yazı çıkarılıp yerine bir şiir kondu. Böylece ertesi gün intişar eden nüsha hocalann iddia ettikleri

(43)

numaralı ve tarihli olmakla beraber şikâyet edilen yazıdan eser görül­ mediğinden müracaatlar resmî makamlarca nazarı itibara alınmadı. Teşkilâtımız adsız, formalitesiz kuvvetli bir varlık olmuştu. A n ­ cak anavatanla muhaberelerimiz, temaslarımız olduğu halde mes’ul, gayrimes’ul selâhiyetli hiçbir kimse bize direktif vererek “ şöyle hareket edin, bunu yapın” demiyordu. Hattâ fikir adamı olarak tanınmış zevattan bazıları bu vatan parçasına çok acımakla beraber şimdilik birşey yapılanııyacağım söylerlerdi.

İSKENDERUN İDARE MECLİSİ

1931’de Şam Meclisine mebus, müstakil İskenderun İdare M ec­ lisine âza seçimi ilân edildi. Her ikisi de aynı günde yapılacaktı, İs­ kenderun’da İdare Meclisinin kurulmasına alâka göstermeyi, fakat Şam Meclisine bizden mebus göndermemeyi düşündük. Bu sırada delege Durieux bana geldi, Statü Organiği, Ankara itilâfnamesinden mülhem olarak yaptıklarını, Türk menfaatlerini korumak için İsken­ derun Meclisine Türk unsuru namına beni ve Abdülgani Türkmen’i namzet göstermek istediklerini söyledi ve muvafakatimizi talep etti. Arkadaşlarla toplantı yapıp teklif hakkında konuştuk. Ben, Abdülgani Türkmen ve diğer birkaç arkadaşımızla İskenderun Meclisi için intihaba iştirak edilmesini muvafık bulduk. İki üç arkadaşımız da bizi dinlemiyerek Şam Meclisine mebus seçilmek arzusunda bulun­ dular. Aram ızda ikilik oldu. İntihap gürültülü geçti. Gazetelerde birbirimizle kalem mücadelesi dahi yaptık. Abdülgani Türkmen ve ben hükümet namzetleri arasında kalmıştık. Hükümet sözcüsü in­ tihap arefesindeki toplantıda Suriye Teşkilât-ı Esasiye Kanununa m uhalif bir harekette bulunulmayacağına ve yabancı bir devlet hesa­ bına çahşılmayacağma dair bir taahhütname imza edilmesini teklif etti. Mebus namzetleri teklifi tereddütsüz kabul ettiler. Biz müşkül va­ ziyette kaldık. Ancak şimdilik istediğimiz istiklâlin Suriye Teşkilât-ı Esasiye Kanununda zeylolarak kabul edilmiş olmasını, yabancı bir devletten maksat Türkiye ise bunun, bizim için yabancı olmayacağını düşünerek taahhütnameyi imza ettik.

İskenderun İdare Meclisine, Antakyadan nüfusa göre iki Türk, iki Sünnî Arap ile bir ortodoks ve iki Alevî, Kırıkhan’dan bir T ürk ve bir Ermeni, İskenderun’dan bir Türk, bir Alevî ve bir orto­ doks olmak üzere on iki âza seçildi.

(44)

Mecliste müzakereler açık olarak cereyan ederdi. Bütçe müza­ keresi münasebetiyle yaptığımız konuşmalarda Suriye’nin Sancağa müdahalelerine şiddetle hücum ettik. Sancak dahilinde İdarî ve m alî icraatı tenkit ettik. Bunları yazan gazeteler halk arasında el­ den ele dolaştı ve bunlar halkın hissiyatına uygun göründü. Arka­ daşlarımız arasında yeniden birlik teessüs etti. İntihap dedikodulan unutuldu, Türk halkı etrafımızda toplanmak temayülünü gösterdi ve ayrıca şu kazançları da kaydetmiş olduk:

İskenderun Meclisinde selâhiyetli bir ağızla resmen Şam’a bağlı kalmak istemediğimizi, İskenderun mıntıkasının Ankara itilâfname- siyle hususiyeti olduğunu, Türk kültürüne, Türk hukukuna riayet edilmesi lüzumunu dış âleme ilân etmek. Bir taraftan da intihapta geçen gürültüleri acı bir tecrübe olarak kaydedip bundan sonra millî arzularımızı tahakkuk ettirebilmek için daima T ürk birliğinin za­ rurî olduğunun göz önünde tutulması.

Bu kazançlar sancak Türklerinin siyasî kanaatlerine tam bir veçhe vererek bunu tebellür etrtıiş bir mefkûre haline getirdi.

İskenderun meclisindeki konuşmalarımız Adana gazetelerine de aksetmişti.

Dört yıl için seçilmiş olduğumuz halde birinci sene sonunda nizamname tefsir edilerek çekilen kur’a ile beni ve Abdülgani Türk­ men’i âzahktan çıkardılar.

LÂTİN HARFLERİ

Anavatanda şapka inkılâbı yapılması, Lâtin harflerinin kabul edilmesi bizim muhitte de akisler uyandırmıştı. Yeni Mecmua’da buna dair yazılarımız ve Sarı Ziya isminde bir zatın Lâtin harflerini halka öğretmek için açtığı gece dersleri iyi neticeler vermişti. Şapka giyenlerin adedi çoğaldı. Cum huriyet inkılâplarmın Cumhuriyet idaresi hudutları dışında kalmış bir vatan parçasmda yavaş yavaş yerleşmesi, gençliğin her türlü resmî tedbirlere rağmen bu yolda yetişmekte olmasım anda idarecileri ile Suriyelileri ve taraftarlarım endişeye düşürmüş görünüyordu.

GAZİAN TEP VALİSİNİN GELİŞİ

1934 nisan ayında, Gaziantep valisi A k if Eyidoğan’ın Antak­ ya’ya gelişi mühim bir hâdise oldUi Şöyle k i :

(45)

Gaziantep’te bir eczacı arkadaşımız benimle Rasih Bensa’ya müşterek şöyle bir telgraf çekmişti: “ Anavatana kavuştunuz. Valim iz yarın tarafımza gelecektir. Parlak merasimle karşılayınız” . Telgrafı bana Antakya istihbarat subayı akşam üstü getirdi ve şunları söyledi: “ Antep valisi şimdi H alep’te bir heyetle mutad hudut işlerini görüşüyor, yarın İskenderun’a gelecekler, Monsieur Durieux İsken­ derun’da iyi bir otel olmadığından valiyi ve heyeti, geceyi Antakya’da Turizm Otelinde geçirmeye dâvet etmiş. Mesele bundan ibaret. Telgrafı kimseye söylemeyin. Memlekette heyecan olabilir. Her­ hangi bir vak’a çıkarsa sizi mes’ul tutarız” .

K eyfiyetten gece Rasih Bensa’yv haberdar ettim. T elgraf havadisi sabahın erken saatlerinde şehrin her tarafına yayılmıştı, kimse işine gücüne gitmiyor, dükkânlar, işyerleri açılmıyor, herkes istikbal için hazırlanıyordu. Vaktin geç olmasına rağmen kadın, erkek binlerce insan valiyi karşıladı. Heyet, mahşerî kalabalığın ortasından alkış tufanı, “ Yaşasın Atatürk” sesleri arasında güçlükle Turizm Oteline gelebildi. Ertesi günü tezahüratın devamı yüzünden vali diplomatik nezaket icabı olarak misafirlik müddetini kısalttı. Romalılardan kalan kaleyi seyretmek üzere dâvet edildiklerini bahane ederek şehirden ayrıldı. Birçok otomobil peşlerini takip etti. K aleye civar köylerden koşup gelen insanlar kale içindeki Fransız askerleri ve polisler tarafından içeriye sokulmuyorlardı. İki gözü kör bir ihtiyar bir çocuğun elinden tutmuş, koşarak geldiler. Kalabalığı yararak sokulmağa çalışıyorlardı. Bir polis “ koşmayın ihtiyar herif, sen ne görürsün, niye sokuluyorsun” diye bağırdı. Vecizelerin vecizesi, millî duygunun parlak misali, zulüm ve tahakkümün susturamadığı bir ses, ihtiyarın sesi: “ Evet göremem ama Paşa’mın, A ta ’nın kokusunu da mı alamam” sözleri herkesi ağlattı. İhtiyar, vali A k if’in boynuna sarıldı. Bu sahne de Fransız mümessilinin gözleri önünde cereyan etti.

ŞAPKA HÂDİSESİ

Antakya, Reyhanlı ve H atay’ın diğer yerlerinde şapka giyen­ lerin adedi her gün artmaktaydı. Türklerden şapka giyenler ço­ ğaldıkça Hıristiyanlardan eskidenberi başlarında şapka taşıyanlar, şapkalarım atıp kırmızı uzun fes giymeye başladılar. Fes, Suriye milli­ yetperverliğinin bir alâmeti olmuştu. Fransız idarecileri de mede­ nî bir serpuş olan şapkanın H atay’da yayılmasım istemiyorlardı. ao H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ?

(46)

Resmî dairelerde iş için müracaat edenlerden şapkalı olanlara memur­ la r : “ şapkanı attıktan sonra gelirsen işin derhal görülür” tarzında çirkin muamele yapıyorlardı, Türkler arasında dahi şapkaya ve Lâtin harflerine taraftar olmayanlar vardı. Bir gün şehir haricindeki bahçe­ lerde bir toplantı yaparak kitle halinde şapka giyilmesine karar verdik. Bugünden itibaren yaşlılar da dahil olduğu halde birçok ileri gelen kimseler şapka giydiler. Buna mukabil muhalifler siyasî faaliyetlerini arttırdılar ve K ü rt Mehmet Hoca’nm etrafında bir halka teşkil ederek feslerini uzattılar, sarıklarını kalınlaştırdılar.

Siyasî muhalifler vali hâdisesi ve Türk inkılâplarım yerleştirme gayretleri gibi olaylar karşısında Fransızlar nezdindeki mevkilerinin sarsılmasından endişe duymaya başlamışlardı. İtibarlarını kaybet­ memek için dinî taassubu tahrik etme yolunu tuttular. Bir camide K ürt Hoca, Türk inkılâpları aleyhinde vaaz ederek şapka giyenleri tekfir etti, ik i gün sonra Servet Hoca’nın Türk inkılâplarım, şapka giyenleri müdafaa etmesi muhalifleri çok sinirlendirmişti. Ramazanda böyle gergin bir hava estiği sırada üç dört genç başlarında şapka ol­ duğu halde camide K ürt Hoca’nm vaazını dinlemeye gitmişler. V aaz sonunda hocaya bir iki sual sormuşlar. Cemaat dağıldığı sırada mu­ taassıp muha:lifler şapkalı gençlere sopalarla hücum ederek başlarından yaralamışlar, kanlar içinde bırakmışlardı. Dışarıdan gençleri kurtarmak için koşup gelenleri polisler camiye sokmamışlardı. Hükümet kuvvet­ leri de güya vakayı mahallinde bastırmak için gelmişler, fakat müda­ haleleri, yaralıları götürmekten ibaret kalmıştı. Müessif hâdiseye sebebiyet verenlere, fail ve mütecavizlere bir şey soran olmamıştır. Vakayı işitince çok üzüldüm. Y ara bere içinde kalan gençlere mi, vakaya sebebiyet verenlere mi, softaların dayağım yediklerine mi hayıflanmalıydık? Hâdiseyi büyütmemek için en doğru hareket şim­ dilik sükûneti muhafaza etmekti. Evime gittim. Sapsan bir sima ile titreyerek biraz da yediği sopalardan sersemlemiş halde Selim Çelenk’i bize iltica etmiş buldum. Vakam n nasıl olduğunu anlattı. Bu trajedik sahnenin aktörleri maalesef bizim arkadaşlarımızdan birkaçı olmuştu. Suflörün kim olduğu şüpheli idi.

Vaziyeti kurtarmak lâzım geldi : ı — Hâdiseyi Yenigün gaze­ tesinde umumî efkâra K ubilây Vakası tarzında göstererek hissiyatı tehyiç etmek. 2 — V akayı müstacelen Türkiye’ye aksettirmek. 3 — M ahallî Suriye otoritesini Fransız makamları nezdinde protesto et­ mek. 4 — V aki olan tecavüzün aksi tesirlerinden istifade edip halkı H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ? a ı

(47)

şapka giymeye teşvik eylemek. 24 saat içinde bunların hepsi yapıldı. Arkadaşlarımız Halep’ten şapka getirip dağıttılar. Kendi paraları ile şapka tedarik edip giyenlerin adedi de her saat çoğalıyordu, O derecedeki Antakya’da bir gün içinde kıyafetler ve umumî man­ zara değişti, ik i gün sonra da Ankara ve İstanbul’daki gazetelerin Cam i vakasına dair yazılan ile İstanbul’da telebe birliği âzalarının Halkevinde toplanarak hâdiseyi protesto etmelerinin dâvamızın ilerle­ mesinde çok yardımı oldu. M uhalifler ve mahallî hükümet böyle bir hâdiseyi yarattıklarına, neticenin bu şekilde tecelli edeceğini tahmin edemedikleri için, nadim olmuşlardı. İskenderun’da Fransızların iti­ madını kazanmış bir Türk memur gizlice bana şu havadisi getirdi: “ M uhalifleriniz şimdiye kadar sizden çok kuvvetli olduklarına dair Fransızlara kanaat vermişlerdi. Gerek vali hâdisesinde, gerekse yeni cami vakasında tamamen aksi meydana çıktı. Bundan sonra onlann kuvvetli olduklarına itim at, etmiyecekler” .

A N TA K Y A ’ DA H A LK PARTİSİ

Artık halkın yanlış yollara sevkedilerek şunun bunun istismar etmesine meydan vermemek lâzım geldi. K itleyi bizim etrafımızda toplamak en doğru bir hareket olacaktı. Bu yolda çalışılmasına ka­ rar verdik. Abdülgani Türkmen her sınıf halktan dâvet ve teşvikle gelenleri birer birer ağırlayarak hakikî halk partisini vücuda geti­ rebilecek zemini hazırladı. Nihayet kendisi reis, V edîi K arab ay umu­ mî kâtip olmak suretiyle toplantılar nizam altına kondu. Türkler- den partiye yazılm ak istemeyenler, tereddüt gösterenler vardı, ideali­ miz etrafında bütün Türkleri, fakat şahıslarımız etrafında ancak bir kısmım toplamak mümkün oluyordu. Politik mesaiyi daha geniş sa­ hada yürütebilmek düşüncesiyle, birinci derecede ideal etrafında toplanılmasına gayret edildi. Bundan sonra gerek parti, gerekse şahıs- lanm ız etrafında toplanmak ve hepsi birbirinin yardımcısı olmak usulünü takip ettik. Parti sembolik bir teşekkül halinde kaldı. Asıl siyasî mesaiyi tanzim ve tedvir eden komitemiz idi.

GazetCj parti, mekteplerdeki gençlik propaganda teşkilâtı, spor kulübü, komite, işte bunların hepsi birden büyük bir varlık olmuştu. Aram ızda ayrılık ve dağılmak endişesi, şimdiye kadar geçirdiğimiz tecrübeler neticesinde artık varit görülmüyordu. Fransızlara, Suriye­ lilere ve muhaliflere bundan sonra Türk halkı namına hitaplarımız veya onlara vereceğimiz cevaplar bir dil ile ifade edilecekti. aa H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ?

(48)

T Ü R K HÂKİMİYETİ RESMEN İSTENİYOR

Gemiyet-i Akvam mandalar komisyonundaki Fransız murahhası bölgemizde yaptığı senelik mutat temaslarında T ürk’lerden yalmz şunu İşitmeye başladı: “ İskenderun sancağında ekseriyet Türktür. Burada Türk hâkimiyetinden başka bir idare şekli Türklerin hukukunu kâfil olamaz” .

M anda otoritesi Türkleri okşamaktan geri kalmama yolunu tutmuştu. Resmî gün ve dâvetlerde bizlere gösterilen hürmet diğer unsurların dikkatlerini celbedecek dereceyi buldu.

Suriye’de Arap millî hareketleri her gün nümayişler şeklinde tezahür ediyordu. Halep ve başka şehirlerde dükkânlar kapatılıyor, grevler yapıhyor, çarpışmalar oluyordu. Halbuki İskenderun sanca­ ğında bu hâdiselere tam bir alâkasızlık hüküm sürüyor, Suriye taraf­ tarlarının, sancaktaki Arap memurlarının bu husustaki teşvik ve tah­ rikleri hiç müessir olmuyordu. Türkler “ bizim dâvamız başkadır” diyerek herşeyi reddediyorlardı. Bizde şu kanaat hasıl oldu: Hariç­ ten veya dahilden gelecek herhangi bir teşvik sancak Türklerini toplu halde Türklük lehinde hareketten başka bir yola sevkedemez.

Beklediğimiz fırsat zuhur etti. 1935 senesinde Fransızların Suriye ve Lübnan’daki mandaları ahden nihayet bulacaktı. Buna dair man­ dater makamların deklerasyonlan, Suriyelilerin talepleri ve aralarında bir ittifak muahedesi yapılması fikri, Suriye’de V atanî Partisi ile hükü­ met taraftarları arasındaki mücadeleler günün havadisi olarak bize aksediyordu. Fransız idarecileri sancak mebuslarına Suriye’nin siyasî durumunda mühim rol oynatmak istemiş olsalar gerek ki, bunlardan ikisi, Suriye hükümetinde vezaret mevkiine getirildi. Sancak dahi­ linde de mebus, memur ve gayri T ürk unsurlardan müteşekkil Suriye Vahdeti namı altında bir teşekkül kuruldu. Aralannda hem Suriye V atanî Partisine, hem de hükümet partisine mensup olan kimseler bulunuyordu. Y alnız Türklere karşı bir cephe halindey­ diler. Suriye siyasî mukadderatının görüşüleceği esnada sancağın, otonomisi nazan itibara alınmak şartiyle, Suriye ile aym mukadde­ rata bağlı kalmasını temin yolunda m azbatalar telgraflar, yağdırıyor­ lardı. Bir gün İskenderun’da delege Durieux bize dostane bir haber gönderdi: “ Suriye siyasî mukadderatımn halledilmek üzere bulun­ duğu şu sırada Türklerin hukukunun kaybolmaması için, onlann da H A T A Y N A S IL K U R T U L D U ? 23

References

Related documents

This participant continued by arguing that, within the context of P.E. and teacher training courses,  students  are  expected  to  demonstrate  an  awareness  of 

They were invited to identify and propose actions that might be taken by governments, the social partners and disabled persons’ organisations in their countries to advance a

• Given the vulnerability analysis, the Red Zone and the Surveillance Detection positions selected during the course work - occupy the surveillance detection positions and detect

83 KCC Major Emergency Plan Version4 – April 2015 If the Major Emergency Plan is invoked, a nominated member of the Emergency Management Team will act as the Function

These interaction energy values are taken as a reference to assess the performance of the double-hybrid density functionals, revPBE0-DH-NL and B2PLYP-NL, as well

• Different templates based on grantee type, value of grant, fund source, program type, etc. • Master contract in certain situations with work orders for

With regards to emotional valence, we hypothesized that if anodal stimulation is effective in improving free recall, and if the two hemispheres are specialized in processing

3 months of continuous blood sugar/glucose readings available on blood sugar/glucose meter(s) with a memory function.. These readings must have been taken whilst treated