• No results found

Feroz Ahmad - Bir Kimlik Peşinde Türkiye

N/A
N/A
Protected

Academic year: 2021

Share "Feroz Ahmad - Bir Kimlik Peşinde Türkiye"

Copied!
290
0
0

Loading.... (view fulltext now)

Full text

(1)
(2)

F I - R O Z A H M A D

h ro/ Ahmad l ^ J S ’de Delhi’de dünyaya geldi. Delhi Üniversitesi St. Stcphen Küicjı'ndc Hindistan Tarihi eğirimi aldıktan sonra Univrrsity of London'da SOAS'ta Ortadoğu ıa- rihi ^ah^tî. 1 % 6 ’da yazdığı T h e Ccm m ııttee o f Union an d P rogress in Turkısh Polittcs teziyle Uıuversity ot London’da doktora derecesini elde erti, 1966-1967’de Columbia Üniversitesinde School of International Affairs’re ders verdi ve 1967’de Massachusetrs Üniversitesi nde Tarih Böiümü’nde ders vermeye başladı. Daha sonra Tufts Üniversitesi Fares Doğu Akdeniz Çalışmaları M erkezi’nde konuk öğretim üyesi ve Flcccher Oku- lu’nda Diplom atik Tarih konuk profesörü olarak görev yaptı. Emekli olduktan sonra Türkiye'ye yerleşen Ahmad, 2 0 0 5 ’ren itibaren Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişki­ ler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanlığı görevini yürütmekte olan Ahmad’in OsmanlInın son dönemi ve m odem Türkiye üzerine Türkçe’ye de çevrilen bazı eserleri şunlardır: tt-

t ıha t ve T era k k i (İstanbul, 1971, 1984, 1986, 1994); T ürkiye'de Ç o k Partili Rejimin

A çıklam alı K r o n o lo jisi (Bilgi Yayınevi, Ankara, 1976, Bedia Ahmad ile birlikte); D e­

m o k r a si S ü recin de T ü rkiye (Hil Yayınlan, İstanbul, 1994) ve M od em Türkiye'nin Olu­

şum u (Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995), (gözden geçirilmiş baskısıyla: Kaynak Yayınlat; İstanbul, 1995^. Bunların yanı sıra Türkçe’ye çevrilen bazı makaleleri İttihatçılıktan Ke-

m alizm e (Kaynak Yayınlan, İstanbul, 1985) derlemesinde yer almıştın

1

(3)

Fe r o z Ah m a d BİR KİMLİN PEŞİNDE

TÜRKİYE

(e vIr e n Se d a t Ce m Ka r a d e lI

İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI 154 Ta rIh 21

ISBN 975-6176-68-7

K ap ak D a h Iü ve V e kâ leti, B a s in Y a y in G e n e l M ü d ü r l ü ğ ü t a r a f in d a h F r a n s iz c a y a y in la n a n La Tü*QUI£ KEMAIİSTE DERGİSİNİN ŞU BAT 1 9 3 6 ‘OA 11. SAYISIN DA

CUMHURİYETİN EĞİTİM BAŞARILARIYLA İLGİLİ YAZIDAN BİR FOTOĞRAF.

1. BASKI İSTANBUL, ARALIK 2 0 0 6

© SİLGİ İl e tİşIm Gr u b u Ya y i n c i u k Mü zIk Ya p i mv e Ha b e r AJa n s i Lt d. ŞtI. YAZIŞMA ADRESİ: İNÖNÜ CADDESİ, NO: 2 8 KUŞTEPE Ş İŞ L İ 3 4 3 8 7 İSTANBUL Te l e f o n: 0 2 1 2 311 6 0 0 0 • 2 1 7 2 8 6 2 / Fa k s: 0 2 1 2 3 4 7 1 0 11

vvww.bilgiyay.com

E-p o s t a yayin@bilgryay.com

Da&itim dagitimdbilgiyay.com

YAYINA HAZIRLAYANLAR SACİT K U H U - A s i l YaIKUT

Ta s a r i m Me h m e tü l u s e l

D Iz gİ v e Uy g u l a m a Ma r a t o n O Iz oIe vI OOz e l tI SaItKi z i u r m a k- Bo r aBo z a t u

BA5K1 VE C IlT ŞEFİK MATBAASI

Ma r m a r a Sa n a y i S i n s i M. Bl o k No: 2 91 IkIt e l lI • İs t a n b u l

Te l e f o n • Fa k s: 0 2 1 2 4 7 2 15 0 0 (3 Ha t)

kunbul 8rt{i University Library Cataloging-in-Pııblication Osta

b o r t u l Bilfi Üniversiiesi Kütüphanesi Kataloglama Bölümü tarafından kataloglanmış!».

Ahmad, Feroz.

Tüıkiye: bir kimlik arayışı / Ahmad Feroz p. cm.

Includes bibliographical references and index. ISBN 975-6176-68-7 (pbk.)

ı. Turkey—History—Ottoman Empire, i288-i9i8- 2. TurVey— History— zolh century. L Tİtle. DR440 A62419 2006

(4)

Fe r o z Ah m a d

BİR KİMLİK PEŞİNDE

TÜRKİYE

Ç E V İ R E N Se d a t Ce m Ka r a d e lİ

(5)
(6)

içindekiler

ix T e şe k k ü r xi Ö n s ö z xv T ü r k ç e B a s k ı İçin Ö n sö z ı B İR İN C İ B Ö L Ü M O sm an lılar: D ev letten İm p a ra to rlu ğ a ( 1 3 0 0 -1 7 8 9 ) 3 Osmanlı Hanedanı’mn Ortaya Çıkması 6 Ordunun Gelişimi

8 Erken Osmanlı Fetih ve Genişleme Hareketleri 12 Fatih Sultan Mehm et ve Etkisi

15 Osmanlı Mülkünün Genişlemesi 16 Kanunî Sultan Süleyman 2 1 Bir Devrim Çağı 25 Yeniçeri-UIema İttifakı 26 Artan Avrupa Etkisi

29 İK İN C İ B Ö L Ü M R efo rm d an D evrim e ( 1 7 8 9 -1 9 0 8 ) 31 Askeri Reform

36 Babıâli ve Kavalalı 38 Batılılaşm a Hareketi

39 Yeni Bir Orta Sınıfın Ortaya Çıkışı 40 Tanzimat

45 Genç Osmanlılar Hareketi

48 İflas ve Kargaşa: Osmanlı İmparatorluğu’nun Çözülmesi 50 İstibdattan Meşruiyete

53 Yükselen Gelenekçilik

59 Ü Ç Ü N C Ü B Ö L Ü M M eşru tiy et Devrim i, R e fo rm ve Sav aş ( 1 9 0 8 -1 9 1 8 )

61 Anayasanın Dönüşü 65 Karşıdevrim

6 8 V. M ehm et’in Tahta Çıkışı

70 Balkan Savaşları ve Osmanlı Yenilgisi 75 Yenilginin Yansımaları

(7)

Vİ içindekiler

78 Alm anya’yla İttifak

8 1 Birinci Dünya Savaşfn d a O sm anlılar’m R olü

91 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Kemalist Dönem (1918-3938) 93 Atatürk’ün Geçmişi ve İktidara Yükselişi

98 Ulusal Bağımsızlık Hareketinin Doğuşu 104 Cumhuriyetin Doğuşu

10 7 Cumhuriyetçilik Kök Salıyor

115 BEŞİNCİ BÖLÜM Çok Partili Siyaset ve Demokrasiye Doğru (1938-1960)

1 1 7 İnönü’nün Cum hurbaşkanı Seçilmesi 120 Avrupa’da Savaş

12 2 İkinci Dünya Savaşı Sonrası 12 3 Demokrat P artin in Kurulm ası 12 5 1946 ve 1950 Seçimleri 12 7 Soğuk Savaş ve Türkiye’ye Etkileri 1 3 1 İç Siyaset

138 Ekonomik Endişeler 140 Ordu Mücadeleye Karışıyor

145 ALTINCI BÖLÜM Askerî Vasiler (1960-1980) 14 7 Cunta Yönetimi

150 M illî Birlik Komitesi: Geçici Hüküm et 1 5 1 ‘İkinci Cumhuriyet’

1 5 3 Ekonomik Reform lar *55 Değişen Toplumsal Yapılar 156 Yeni Siyasal Partilerin Kurulması 15 8 Yeni Siyaset ve Daha Geniş Dünya 159 Kıbrıs Sorunu

16 2 Siyasal Bölünme

16 5 Muhtıra Rejimi ve Sonrası, 1 971 -1 9 8 0 170 1973 Genel Seçimleri

17 3 Koalisyon Hükümeti: CH P-M SP 179 Türkiye’nin Yenilenen Stratejik önem i 180 Artan Ekonomik Sıkıntı

(8)

1 8 3 YEDİNCİ BÖLÜM Ordu, Partiler ve Küreselleşme (1980-2006)

18 5 Siyasal Sistemin Yeniden Yapılandırılması 189 Yeni Siyasal Partilerin Kurulması 19 0 1983 Genel Seçimleri 19 2 Eski Siyasî Liderlerin Dönüşü 19 5 Ekonom ik Sorunlar Öne Çıkıyor

19 8 T ürkiye’nin Değişen Sosyo-Ekonomik Görünümü 200 Kürt Sorunu

204 Türkiye ve A ET

20 5 Türkiye’nin Siyasî Huzursuzluğu 206 Yeni Siyasî Koalisyonlar

208 Süren Siyasî İstikrarsızlık ve Ekonomiye Etkileri 2 10 Laikler ve İslâmcılar

2 1 3 A B Üyeliğinin Artan Önemi 2 2 3 A BD ile İlişkiler ve AB 226 Kıbrıs Hep Gündemde

2 3 1 Kr o n o lo ji

2 3 3 O sm a n lı İm parato rlu ğu (1 3 0 0 - 1 9 2 3 ) 2 4 3 M o d e rn T ü rk iy e (1 9 2 3 -2 0 0 6 } 2 6 3 D izin

(9)
(10)

Teşekkür

B

u kitap, Osmanlı İmparatorluğu ve modern Türkiye tarihiyle uzun süreli bir ilişki sonucu ortaya çıkrı. Bir sentez çalışması olduğu için yılJar boyu bana iJham veren akademisyenlerin, önceden düşün­ mediğim sorularıyla konuyu yeniden değerlendirmeye beni yönelten öğrencilerin omuzları üzerinde durmaktayım. Eser taslak halindeyken Onevvorld için onu okuyarak yararlı yorumlar yapan iki okuyucuya; Onevvorld’deki editörlerim Rebecca Clare ve Judy Kearns’e profesyo­ nellikleri ve sabırları için; meslektaşlarıma, özellikle de Tuhs Üniversi­ tesi Fares Doğu Akdeniz Araştırmaları Merkezi'nden Leı/a Favvuz'a destekleri ve cesaretlendirmeleri için teşekkür ederim. Ancak, her tur maddî hata ve atlamadan sadece ben sorumluyum.

(11)
(12)

Önsöz

O

smanh İmparatorluğu 19. ve 20. yüzyıllarda yok olmaya yiız tut­ tuğunda, Osmanlılar geri dönecek bir anayurdu olmayan ender halklardandı. Diğer imparatorluk halkları kendi anayurtlarına dön­ müşlerdi: İngilizler sömürgelerinden çıkmaya zorlandıklarında kemli ada merkezlerine; Fransızlar Fransa’ya; İspanyollar Ispanya'ya ve di­ ğerleri kendi anayurtlarına. 20. yüzyıla gelindiğinde, OsmanUtar'tn bir anayurdu yoktu; çıinkii onlar, çeşitli sebeplerle, Orta ve Iç Asya bot- kırlarından göç etmek zorunda kalmış ve farklı yönlere dağılmış boy­ lardı. Bu boylardan, aralarında liderleri Osman’dan (ölümü 1326) do­ layı Osmanlılar olarak adlandırılanlar da dahil olmak uzcre bir bölü­ mü İslâm dünyasına göç etmiş ve İslâm dinini benimsemişlerdi.

Bu topluluklar kaynaştıkları topluluklar tarafından ‘ türk* oU- rak adlandırılmıştı. Ancak, onlar kendilerini bağlı oklukları aşiretin başındaki reisin adına göre adlandırıyorlardı. Bu sayede ortaya Sel­ çuklular, Danişmentliler, Menteşeoğuİları ve Osmanlılar çık m ış Or­ manlılar, ‘T iirk’ adını, henüz boyun eğdirilmemiş ya d** ‘uygarlaşma­ m ış’, ancak kendi topraklarında yaşamakta olan göçebe veya yerİeşjJc, çiftçilikle uğraşan kabile grupları için kullanıyorlar, 'ime de Osnunii’

(13)

Xfi o^ so ?

İarla ilişkiye giren Venedik ve Cenova kentlerinden tacirler, sonraları da İngiliz ve Fransızlar O rm anlıları, T ü r k ’ veya lTurque’ olarak ad­ landırdılar. Yunan O rtod oksları, Osm aıılı yönetim ini ‘T u rk o k ra ty a (Türk yönetim i) olarak adlandırdılar. AvrupaMar ve Hıristiyanlar için, ‘T ü rk ’ kelimesi ‘M üslüm an’la eşanlamlı olarak düşünüldü; dolayısıyla da bir H ıristiyan din değiştirip M üslüm an olursa ‘Türkleşti’ diye ta­ nımlandı. Türkiye aynı zam anda İngilizce’de O sm anlı İm paratorlu­ ğu’nu ifade eden bir sözcük oldu. Örneğin Lord Byron Osm anlı Arna­ vutluğundan K asım 1 8 0 9 ’da annesine yazarken, “B ir süredir T ürki­ ye’deyim: burası (Preveze) deniz kıyısında am a Paşa’yı ziyaret etmek için Arnavutluk vilayetinin iç kesimlerine gitmem gerekti” diyordu. AvrupalıJar arasında, im paratorluk coğrafyasından bahsederken, O s­ m anlI’nın B alkanİar’daki toprakları için ‘Avrupa T ürkiyesi’; Anadolu ve Arap vilayetleri için de ‘Asya T ürkiyesi’ demek yaygındı.

M illiyetçilik fikri Fransız Devrim i’nden sonra O sm anlı İm para­ torluğumda kendine bir geçit buldu. Ö ncelikle im paratorluğun gayri­ müslim toplulukları, sonraları da kendi ‘T ürklü kleri’, kendi dilleri ve kökleriyle ilgilenmeye başlayan bir grup Müslüm an aydın bu fikirle il­ gilendiler. Yine de, 1 9 1 8 ’de Birinci Dünya Savaşı’ndaki kesin yenilgi­ ye kadar, halkın büyük çoğunluğu çokuluslu, çokdinli bir im parator­ luğu sürdürmeye kararlı olduğundan, milliyetçilik sadece azınlıkların ilgilendiği bir konu olarak kaldı.

Ancak topyekûn yenilgiden ve galip tarafın imparatorluğu par­ çalayacağı ve imparatorluğu oluşturan toplulukların kendi kaderini tayin ilkesini destekleyecekleri anlaşıldıktan sonra Osmanlılar, kendi­ lerinin de milliyetçilik ve ‘millet olm a5 kavram larına dayalı bir şekilde kimliklerini belirlemeleri gerektiğini kavradılar.

Milliyetçiler 1 9 2 3 ’te cumhuriyetlerini kurdukları zaman, bunu, bölgesel ve dolayısıyla da vatansever bir tanım la ‘Türkiye Cumhuriye­ ti’ olarak tanım layarak, ‘Türk Cumhuriyeti’ şeklinde bir etnik tanım­ dan kaçındılar, Yine de, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ İngilizce’de genellikle yanlış olarak ‘Republic o f Turkey* yerine ‘Turkish Republic’ ve Anka­ ra'daki Meclis de Türkiye Büyük M illet Meclisi anlamında ‘Grand

(14)

National Assembly of Turkcy* olarak değil, ‘Türk Büyük Millet Mec­ lisi’ anlamında Turkish Grand National Assembly’ olarak kullanır. Milliyetçiler, tanımlar arasındaki farkın bilincindeydiler ve kelimeleri­ ni dikkatle seçmişlerdi. Hatta, ‘yeni Türkiye’de yaşayan insanların, Türk, Kürt, Arap, Çerkez vd. oldukları için ‘Türkiyeli’ olarak adlan­ dırılması ve ‘Türk’ sözcüğünün sadece etnik ‘Türkler’i nitelemesinin üzerinde de tartışılmıştı. Türk kelimesinin İngilrereli veya Amerikalı gibi bir anlam kazandırılarak kullanılmasına devam edilmiştir. Diğer milliyetçi hareketler gibi, milliyetçiler bölge temelli Türkiye devletini yaratarak ve bunu 1923'te Lozan’da tescil ettirerek Türkiye’nin mille­ tini ve Türkler’i yaratmaya başladılar.

1 9 3 0 ’ların sonlarına doğru milliyetçiler, Anadolu'daki nüfusun çoğunluğu için bir kimlik yaratmak konusunda, doğuda etnik ve dille ilgili temeller nedeniyle bu süreçten etkilenmeyen Kürtler ve Orta Ana­ dolu’da dinsel nedenlerle etkilenmeyen Aleviler dışında, bir ölçüde ba­ şarılı olmuşlardır. Bu kimlik problemleri, 1961 Anayasasının yarattı­ ğı daha liberal siyasî ortamla su yüzüne çıkacağı 1960’lann başlarına kadar geri planda kalmıştır. Her ne kadar 1990’larda devletin, rejimin liberalleştirilmesini düşünmeye başlaması ve üyelik kriterlerine uyum için Avrupa Birliği’nin istediği reformların gerçekleştirilmesi sonucun­ da gelişmeler yaşanmışsa da bu sorunlar hâlâ çözülmeyi beklemekte­ dir. iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), 12-13 Aralık 2 0 0 2 ’de Kopenhag’daki AB zirvesinde üyelik için çalışmaları sonuçsuz kalınca, bu reformları gerçekleştirmek ve uygulamak için geçmiştekin­ den çok daha fazla istekli olduğu izlenimi vermektedir.

(15)
(16)

Türkçe Baskı İçin Önsöz

Ç

oğu yazar, eserini olabildiğince geniş bir kitle tarafından okunması am acıyla kalem e alır. Benim arzum da hep bu yönde olmuştur, jö n T ü rk ler üzerine yazdığım doktora tezi O xford University Press tarafın­ dan 1 9 6 9 yılında yayınlandığında ço k az sayıda, muhtemelen bin adet basılm ıştı. O sm anlı İm paratorlu ğunun son dönem tarihiyle ilgilenen, uzm anlaşm ış kü çü k bir okuyucu kitlesine hitaben yayınlanmıştı. Birkaç yıl içinde kitabın baskısı tükendi. K itap bir daha basılmadı ve kalan k op y alar üniversite kütüphanelerinin tozlu raflarına gitti. Ancak, 1971 yılında k itab ın İ t t ih a d v e T e r a k k i, 1 9 0 8 -1 9 1 4 adıyla Sander Yayınevi tarafınd an T ü rk çe çevirisi yayınlandı ve o zam andan beri basılmaya de* vam etti. O k u rların çoğu, ders kitabı olduğu için alan isteksiz öğrenci­ lerden oluşsa d a, kitap her yıl belli sayıda okuyucuya ulaşıyor. Bu be­ nim için gurur verici. Sonuç olarak , kitaplarım ın Türkçeye çevrilmesin­ den her zam an hoşn ut oldum , çünkü T ü rk okuyucuların ilgiyi canlı tu­ tacağı ve eleştirel bir bakış açısı sunacağını biliyorum.

Son d önem O sm anlu İm paratorluğu ya da m odern Türkiye h ak k ın d a İngilizce ok u rların a hitaben yazarken, asla sadece diğer ta ­ rih çiler ve sosyal bilim ciler tarafınd an oku nan “ tarihçilere tarih öğre­

(17)

x v i turk(» baskı iç h ö n sö î

ten'’ biri olarak yazmadım. Dışarıdan bakan birisi olarak ve İlgi sahi­ bi okuyucuya konuyla ilgili analitik, nesnel ve -um uyorum k i - kolay okunabilir bir inceleme sunma amacını taşıyarak yazdım.

Türkiye’ye dışarıdan bakan biri olarak yazmamın tek açıklam a­ sı, dışarıdan bakmanın değişik ve belki de çok farklı bir bakış açısı sunması olabilir. Bu noktada Nasreddin H o ca’nın ince zekâsına baş­ vuruyorum. Hoca birçok fıkrasında değişik benzetmeler yaparak, her şeyin dışardan farklı göründüğünü, değişik olduğunu çağrıştıran olay­ lar anlatır. Son olarak kitabımı sadece çevirmeyip metin içinde bazı önemli noktaları açıklığa kavuşturarak Türk okuru için anlaşılabilir hale getiren Fahri Aral ve ekibine teşekkür ederim.

(18)

K ız k a r d e ş im A m e e n a için v e

(19)

BİRİNCİ BÖLÜM Osmanlılar; Devletten İmparatorluğa :

(20)

P»di$ah M. Metaned'in (Fatih) tahla çıkışı UWi««nome, TopVapı Sarayı Kütüphanesi).

(21)

O SM AN LI HANEDANI’NIN ORTAYA ÇIKMASI

elçuklular’ın önderliğindeki T ürk boylan, 1071'den, yani İngiltere'yi N orm anların istilasının beş yıl sonrasından İtibaren, Anadolu'da kendilerine yer açmaya başladılar. Alparslan, Bizans İmparatoru Dioge- nes’i M alazgirt Savaşı’nda yenilgiye uğratarak Konya merkezli Selçuklu İm paratorluğum un, yani Rumî (Batı) Selçukluların temelini attı. ‘Rum’, erken dönem M üslüm anlarının Bizanslılar’ı ‘Romalı’ anlamında tanım* ladıkları kelime, Bizans ise ‘Rum\ Bizans topraklan da ‘Rum diyan'ydı. D aha sonraları bu kelime Asia M inor’ıı (Küçük Asya), bir diğer adıyla Anadolu’yu tanımlamak için kullanıldı ve günümüze kadar da Anado­ lu’daki Yunanlılardı tanımlamakta kullanılageldi. Selçuklu İmparatorlu­ ğu, her biri Selçuklu Hanedanı’nın hükümranlığını kabul etmiş olan kendi lideri, beyi tarafından yönetilen Türk boylarının bîr konfederas­ yonuydu. A ncak, 1243’te Selçuklular M oğollar tarafından yenilgiye uğ­ ratılıp da M oğollar’m vasalı konumuna gelince, bu beyler kendi prens­ liklerinin -yan i beyliklerinin- bağımsızlığını ilan ermeye başladılar.

O sm anlılar’m da kökeni, Selçuklular'm beyleri ErtuğruJ'a An­ kara yakınlarında, daha so n r a la n gü n ü m ü zdeki Eskişehir'e yakın Sö­

(22)

4 bitincl bölUtn

ğüt’e kadar uzanacak topraklar bahşettiği, Selçuklular’a tâbi bir boya dayanır. Ertuğrul’un 1288'd e doksan yaşında öldüğü ve yerine oğlu Osman’ın geçtiği söylenir. O sm an’ın adı, ardılları tarafından benim­ senmiş ve devletlerinin adı ‘O ttom an’ olarak İngilizceleştirilm iş olan ‘Osmanlı’ olmuştur. Diğer beyler bağım sızlıklarını ilan ederlerken, O s­ man Bey, 1 2 9 8 ’de tahta çıkan Sultan III. K eykubat dönem inde de Sel­ çuklulara olan sadakatini sürdürdü. Sultan III. K eykubat’ın azledilme- siyle, Osman Bey bağımsızlığını ilan etti ve böylece O sm anlı Devle- ti’nin kuruluşunu gerçekleştirdi. O sm an Bey’in to p rak lan Bizans’a komşuydu ve bu ona dinî savaş -y an i g a z a - yapma olanağını veriyor­ du. Bu sayede kendisi ve ardıllarının g a z i -y an i dinî sav aşçı- olabilm e­ si mümkündü ve bu sayede Anadolu’nun her yerinden kendilerine ka- tılanlar bulabiliyorlardı. Bu, Osm anlılar’m diğer beyliklerle karşılaştı­ rıldıklarında sahip oldukları büyük bir avantajd ı. O sm an Gazi 1 32 6 ’da öldü ve yerine, aynı yıl içerisinde fethettiği, stratejik açıdan önemli olan Bursa şehrini Osmanlı D evleti’nin ilk başkenti yapan O r­ han Gazi (saltanatı 1 3 2 6 -1 3 5 9 ) geçti. Bu dönemde O sm anlı beyleri kendilerini eşitler arasında en seçkininden biraz daha önde gösteren ‘gazi’ unvanım kullanıyorlardı. Daha ‘sultan’ olm alarına zaman vardı.

132 6 ’ya kadar, Anadolu’da Selçu klu ların vârisi olduğunu öne süren birtakım devletler ortaya çıkm ıştı am a K aram anlılar Selçuklu­ ların gerçek vârisi olarak kendilerini görüyorlardı. Diğer beyler, yani Aydın, Menteşe, Saruhan, Germiyan, H am it, Teke, Karesi ve K asta­ monu gibi beyliklerin liderleri, bunu kabule yanaşmam aktaydılar. O ara, Osmanlılar çok küçük ve çok zayıf olduklarından, Selçukluların mirasçılığı kavgasına karışmamayı seçmişlerdi. Orhan Bey’in şansı, di­ ğer Müslüman beyler birbirleriyle savaşırken, zayıflam akta olan bir Bizans İmparatorluğumla komşu olup buradan yeni topraklar elde edebilmesiydi. Orhan Bey, devletini M arm ara Denizi’nin güney sahil­ leri boyunca genişletti ve 1 3 4 5 ’te de Karesi topraklarının büyük bir bölümünü Müslüman yöneticisinin elinden almak suretiyle Ç anakka­ le Boğazı’nı geçerek Avrupa yakasında genişlemeyi mümkün kıldı.

(23)

raki-Osmanlı Oevteti’nln sınırlarım gen işleten Orhan Bey ya da Ortıan Gari, kendi döneminde ilk kez bir devlet yapılanınasınm oluşumuna öncülük etti. Bizans İmparatoru loannes Kantakuzerıos ila yaptofr ittifak İse OsmanlIların Balkanlar’da yayılmasını sağladı. Daha önce Yarhtsar tekfurunun ket Holophira (daha sonra Nilüfer Hatun) ile evlenen Orhan Gazi, sonradan Kantakurenosln kızı Teodora ile evlendi. Bu düğünün bir Yunan halk resmine göre tasviri.

bine karşı taht mücadelesine destek talebini kabul ederek müdahale et­ ti. Orhan Bey, Kantakuzenos'un tahta geçmesini sağladı ve bunun kar­ şılığı olarak da imparatorun kızı Theodora, Orhan’ın eşi oldu. Bundan sonra, en azından III. M urat (1 5 7 4 -1 5 9 5 arası tahtta) dönemine kadar Osmanlı sultanlarının Hıristiyan eşler alması neredeyse bir gelenek ha­ line geldi. Orhan Bey, o zamana kadar Çanakkale Boğazı'ndakı stra­ tejik Gelibolu Kalesİ’ni ele geçirmiş ve Tekirdağ’ı fethederek de M ar­ m ara’nın kuzey tarafındaki varlığını emniyete almıştı. Osnıanblar» bo­ ğazı geçerek B alk an lara doğru ilerlemeye hazırdı, Orhan Bey 1359\Ja

(24)

6 birinci bolüm

öldüğünde, devletin saha olarak temellerini kurm uş olm akla kalm a­ mış, buna, Batı’da ‘jan issaries' adıyla tanınan ve ‘yeni birlikler’ anla­ mındaki Yeniçeri kurumunu da kurmak yoluyla devletin kurumsal te­ mellerini de eklemiştir.

İslâm dünyası köle orduları fikrini biliyordu, ancak d ev ş irm e de­ nilen ve Hıristiyan topluluklardan gençleri toplayarak, onları askerî ve yönetici seçkinler şeklinde eğitme yöntemi bir yenilikti. Bundan önce Osmanlılar’da yerleşik veya sürekli ordu yoktu; O sm anhlar’ın askerî gücü önderine bağlı boyların katkılarına dayanıyordu. Osm anlılar her biri kendi önderine sahip bir boylar federasyonu olduğundan, sultan hâlâ eşitler arasında en seçkininden biraz daha üstte bir yerdeydi ve ki- şisel yetileriyle fetih becerisine güvenmesi gerekiyordu. O rh an Bey, bu sorunu ilk önce kendisi için Türkmen aşiretlerinden bir ordu toplama­ yı deneyerek aşmaya çalışmıştı, ancak Türkm enler esas olarak süvari olduklarından piyade savaşının disiplinine uyum sağlayamamışlardı.

ORDUNUN GELİŞİMİ

1330 yılı civarında, Orhan Bey, on iki ile yirmi yaş arasındaki H ıristi­ yan gençleri toplamaya, bunlara İslâm’ı benimsetmeye ve sonra da bu gençleri ‘yeni birlikler’ olarak eğitmeye başladı. Bu gençler, önce Türk çiftliklerinde Türk-İslâm gelenek ve görenekleri ile T ü rk çe’yi öğrene­ rek bir çıraklık dönemi geçiriyor, ardından Saray okulunda özenli bir eğitimden geçerek devletin yönetici seçkinleri arasına katılıyorlardı. Bektaşî tarikatının kurucusu Hacı Bektaş Veli (1 2 1 0 -1 2 7 1 ), yeniçeri askerlerini kutsadığına inanıldığı için, örgüt 1 8 2 6 ’da dağıtılana kadar yeniçerilerin piri olarak kalmıştır.

Bu askeri yeniliğin olgunlaşması kuşaklar boyu sürdü ve zaman­ la ‘devşirme’ler asker ve yönetici olarak sultanın gücünü boy liderleri- ninkinin karşısında artırdılar. Devşirılen bu kişiler tek bir kişiye, kendi­ lerinin efendisi olan sultana bağlılık duydular ve onun ‘k u l’ları, hizmet­ kârları oldular ki ku l kelimesi genellikle ‘köle’ anlamında kullanılır. Sultanın bunlar üzerinde ölümlerine ve yaşamlarına karar verebilme yetkisi vardı. Teoride bu devşirmelerin geldikleri toplumlardan soyut­

(25)

osmanlılar: dcvttn tn ta p ifK o rtu fı (1300-1 7 ^ 1 7

lanmış olmaları ve dolayısıyla bunlara karşı bir bağlılık duymamaları gerekir. Gerçekteyse, devşirmeler arasından çıkıp da vali veya sadrazam olanlardan bir kısmının içinden çıktıkları toplumlan camiler, kütüpha­ neler ve köprüler yaptırarak ödüllendirdikleri görülmüştür. Yeniçeri olabilme ayrıcalığı, bu insanlardan hür bir Müslüman olarak doğacak -dolayısıyla da devşirilemeyecek- olan çocuklarına geçememekteydi.

Devşirme işleminin şeriat açısından yasallığı bir tartışma konu­ suydu. Şeriat, İslâmî idareyi kabul eden ve 'cizye’ yani kelle vergisi öde­ yen gayrİ-Müslimlere ‘zimmî\ yani koruma altında kimse statüsü tanı­ yordu. Bunlar, kendi inançlarınca ibadet etmek ve kendi toptumlanmn kurallarına göre yaşamak hakkına sahipti. Sultanın bu insanlara her­ hangi bir şekilde baskı yapması ve erkek çocuklarının kendilerinden alınması hukuka aykırıydı. Ancak, bazı ebeveynler kendilerini rahat ve parlak bir geleceğin beklediğini görerek çocuklarını devşirümeleri için gönül rızasıyla teslim ediyorlardı. Büyük Osmanlı mimarı ve kendisi de bir devşirme olan Mimar Sinan’ın, kardeşinin de devşirilmesi için nü­ fuzunu kullandığı söylenir. Yine de şeriata bağlı olan sultan, İslâmî hu­ kukun uzmanları olan ulema bu konuda bir açık bulup bundan yola çıkarak eylemi yasallaştırmadıkça yasayı çiğneyemezdi. Ulema, bu so­ runu aşmak üzere şu yolu kullandı: Eğer sultan kendisine verilen cizye­ yi iade ederse, bu gayri-Müslim topluluklar artık koruma altında ol­ mayacaklardı ve sultan istediği kadar devşirme toplayabilecekti ki bu da sultanların yaptığı şey oldu. Bu eylem, çağdaş hassasiyetlerimize sert hatta barbarca gelebilir ama devşirme olarak toplanmak o kadar çeki­ ci bir uygulamaydı ki, bazen bir Müslüman aile, Hıristiyan komşula­ rından, kendi çocuklarını da Hıristiyan'mış gibi göstererek devşirilme- terini sağlamalarını isteyebilmekteydi!

Devşirmeler Anadolu’da da görevlendiriliyorlardı ama asıl fa­ aliyet alanları Balkanlar, özellikle Arnavutluk, Bosna ve Bulgaris­ tan’dı. DevşiriJenlere bir meslek de öğretilirdi: örneğin Mimar Sinan (1490-1588) mimarlık hakkındaki bilgilerini bir yeniçeriyken öğren­ miş, sultanların mimarı olmadan önce yollar ve köprüler inşa ederek orduya hizmet vermiştir. Yeniçeriler çok serf hır disiplinle eğitilirdi;

(26)

S bmnci bMUm

üstlerine itaat etmek» birbirlerine karşı kayıtsız şartsız sadık olm ak ve askerlik yeteneklerini kısıtlayacak her türlü şeyden uzak durm ak bu­ nun esaslarıydı. Bu nedenle feodal ordulara karşı savaşırken çok bü­ yük bir güç oluşturuyorlardı ve dolayısıyla da Batı Avrupa ordularına karşı üstündüler.

Devşirmeler, Osmanlı sistemine ‘liyakat5 yoluyla yani hak ede­ rek bir yere gelme ilkesini yerleştirdiler. Devşirmeler tam am en yetenek­ lerine dayanılarak kabul edilirdi ve doğumun toplumdaki yeri belirle­ diği Batı Avrupa’nın aksine, genellikle orta halli, kırsal kökenliydiler. Devşirme usulü, özellikle de Osmanlı yönetiminin kendinden önceki yönetimden daha rahat olduğu durumlarda, fethedilen Hıristiyan top­ luluklarının imparatorluk sistemine eklemlenmesinde kendini kanıtla­ mış bir yönteme dönüştü.

ERKEN OSMANLI FETİH VE G EN İŞLEM E H A R E K E T L E R İ Dönemin kaynaklarına göre, Osmanlılar, 14. ve 15. yüzyıllarda 12.000 yeniçeriden oluşan piyade, 8.000 civarında iyi eğitimli sip a h i yani süvari ve “dirlik” sahipleri tarafından sağlanan 4 0 .0 0 0 kişilik eyalet askerleri ile on binlerce başıbozuktan oluşan iyi örgütlenm iş ve disiplinli bir güce sahiplerdi. Savaşlarda tutsak alınmış Avrupalı asker­ ler ve paralı askerler, topçu birliklerini oluşturmaktaydı, O rh an’ın za­ manından beri Hıristiyan derebeyleri de hem Anadolu’da hem Avru­ pa’da savaşmak üzere asker vermektelerdi. 1683 kadar ileri bir tarih­ te, İkinci Viyana Kuşatması süresince, bir Eflâk birliği Tuna’da köprü oluşturmakla görevliydi. Sözümona ‘kutsal savaş’ı (cihad) yürüten bir Müslüman Osmanlı ordusu, Hıristiyan birlikler kullanm akta hiç sa­ kınca görmüyordu.

Osmanlı fetihleri I. Murat (saltanatı 1 3 5 9 -1 3 8 9 ) döneminde de sürdü. 1. Murat iki cephede savaştı: Müslüman beyliklerin aralarında­ ki anlaşmazlıklardan yararlandığı Anadolu’da ve yine aynı şekilde da­ ğınık duran Hıristiyanların (Yunanlılar, Bulgarlar, Sırplar, Boşnaklar ve Arnavutlar) olduğu balkanlar’da. Osmanlılar, B alk an lara birbirle- riyle savaşmakta olan ve Osmanlılar’dan destek isteyen Hıristiyan yö­

(27)

osmanlılar: devletten ^ ır a to - ı^ a (ıjco-^T^t 9

neticilerin çağrısı üzerine girdiler. 1361 yılında I. Murat, Ankara’yı Türkmenler’den, Edirne’yi de Bizanslılar’dan aldı ve Edirne'yi 1367’de Osmanlı Devleti’nin ikinci başkenti olarak ilan etti. I. Murat’ın Sırp ve Balkan Hıristiyanları’ndan oluşan bir birleşik orduyu yendiği, Bulga­ ristan’daki Meriç Irmağı kıyılarında 1371’de yapılan Çirmen Savaş», tıpkı 1071’de Malazgirt Savaşı’nın Anadolu’ya yayılmayı mümkün kılması gibi, Balkanlar’ın fethine giden yolu açtı. Bizans imparatoru Osmanlı’nın nüfuzu altma girerken, Balkanlardaki Hıristiyan prens­ ler Osmanlı’nın vasalı olmayı ve sultanın metbusu olarak Osmanlı or­ dusunda görev yapmayı kabul ettiler.

Sultan I. Murat aynı zamanda evlilikler yoluyla da topraklar el­ de etti. Örneğin, oğlu Germiyanlılar’dan gelin alınca, Kütahya ve altı ilçesi Osmanlılar’a çeyiz olarak verildi. Ayrıca Hamitoğulları Beyli- ği’nden toprak satın aldı, ancak, prensipte fetih esas genişleme yönte­ mi olarak kaldı. Ancak, iki cephede savaşmak zordu ve arada bir Müs­ lüman veya Hıristiyan güçler Osmanlılar’ı yenmeyi başarabiliyordu. Bunu fırsat bilen Balkanlardaki Osmanlı tebaası ayaklanarak I. Mu­ rat’ı kendileriyle savaş meydanında karşılaşmaya zorladı. Anadolu de­ ğil de Balkanlar Osmanlı’nm merkez bölgesi olduğundan Murat bu tehdidi çok ciddiye aldı. 15 Haziran 1389’da, I. Murat 60.000 kişilik bir ordunun başında, Sırplar, Bosnalılar, Eflâklılar, Boğdaniılar ve Ar- navutlar’daıı oluşan yaklaşık 100.000 kişilik bir orduyla çarpışarak onları Kosova Savaşı’nda bozguna uğrattı. Murat’ın ordusu, Miislü- manlar ve Hıristiyanlar’dan oluşan karma bir kuvvetti, içinde Bulgar ve Sırp prenslerinin yanı sıra Türkmen beylerinin birlikleri de bulun­ maktaydı. Sırp Kralı Lazar savaşta can verdi ve I. Murat da muzaffer ordusunu denetlemeye gittiği savaş alanında, bağlılığını bildirmeye gel­ miş bir Sırp askerinin suikastına kurban oldu. Sırpiar’ın bu yenilgisi Sırp şiirinde ve folklorunda efsane boyutlarına ulaştı; 19. yüzyılda bu savaş bir ulusal ilham kaynağına dönüştürülerek, bugün de olduğu gi­ bi, kullanıldı. Kosova Savaşı Osınanhlar’ın Balkanlardaki varlığım perçinledi ve Kosova bölgesi ise sahip olduğu maden kaynaklan ve özellikle, topçuluk için çok önemli olan kurşun ve çinko sayesinde

(28)

Os-1 0 birinci bölüm

manii ekonomisinde önemli bir yer edindi. Bu sebeple de O sm an lılar ile Habsburglar bölge için uzun süre birbirleriyle savaşm ayı sürdürdüler.

Osmanlılar güçlendikçe, Bizanslılar M u rat’la sam im i ilişkiler kur­ mayı denediler. İmparator İonnes Palaiologos kızlarından birini I. M u ­ rat’a gelin olarak verdiği gibi, kızlarından ikisini de M u rat'ın oğullarıy­ la, Bayezid ve Yakup Çelebi’yle evlendirmiştir. Bu iki şehzade G erm iyan (Kütahya) ile Karesi’ye (Balıkesir) vali olarak yollanm ış, buralarda savaş ve yönetim hakkında deneyim kazanmışlardır. M u ra t’ın en genç oğlu olan ve babasının yokluğunda Bursa’yı yöneten Savcı Bey, Bizans impa­ ratorunun oğlu Andronikos’la babalarını devirip tahta kendileri geçm ek üzere bir komplo kurdu. Bu komplo ortaya çıkınca Savcı Bey idam edi­ lirken, Andronikos’un ise Bizans töresince gözleri dağlandı.

Murat’ın ölümünü takiben I. Bayezid (saltan atı 1 3 8 9 -1 4 0 2 ) Kosova’da sultan ilan edildi. İlk uygulam ası, kendi soyunun garantisi için, kardeşi Yakup Çelebi’nin katli oldu ve böylece O sm an lı’d a k a r­ deş katli geleneğini de başlattı. Bu uygulama şeriata karşıydı ve ancak Fatih Sultan Mehmed zamanında yasallaştırılacaktı. F a tih , eğer T anrı sultanlığı oğullarından birine ihsan ederse, bu oğulun düzenin dirliği için kardeşlerini öldürtebileceğini ilan etti. U lem a , bu uygulam ayı k a r­ deş katlinin devletin bekası için meşru olduğunu, uygulam anın istikrar sağladığını ve dolayısıyla devleti güçlendirdiğini savunan b ir fetva ile meşrulaştırdı. Savcı Bey sultana karşı kom plo kurduğu için k atled ilir­ ken, Yakup Çelebi’nin boğdurulması ve yıllar içindeki diğer kardeş katli olayları önleyici tedbir olarak gerçekleştirilecekti.

Osmanlılar’ın genişlemesi Bayezid’in parlak önderliğinde devam etti ve Bayezid Anadolu’daki hükümranlığını Aydın, M enteşe, Saruhan, Germiyan ve Karaman beyliklerini yenerek güçlendirdi. 1 3 9 1 ’de İm pa­ rator İoannes Paîaiologos’un ölümü üzerine Bizans’ı kuşattı ve Bizans’ı kurtarmak için yola çıkan bir Avrupa haçlı ordusunu 1 3 9 6 ’da N iğbo- lu’da yenilgiye uğrattı. Selânik’i ele geçirdi ve Bizans kuşatm asını, ku­ şatmayı kaldırması karşılığında haraç alana kadar sürdürdü.

14. yüzyıl boyunca Osmanlılar egemenlikleri altına aldıkları beyliklerin gücünü beyliklerin dışından Hıristiyan gençlerin toplanm a­

(29)

osmanlılar: devtftten impsratorluf» (1300-1789; 1 1

sı, sadece O sm anoğullan'na sadık olacak şekilde Müslümanlaştırılma- sı ve eğitilmesine dayanan devşirme sistemiyle zayıflatmaya başladılar. F ak at, 15. yüzyıla varıldığında, Anadolu’da henüz bir siyasi birlik is- teği veya beylikleri etkileyecek ve daha sonraları ‘milli’ bütünlük ola­ rak tanım lanacak bir duygu yoktu. Aslında, bu beyliklerin her biri di­ ğerinin büyüyen gücüne karşı kıskançlık duyuyordu ve özellikle de Os- manii H anedanı’nın artan gücü tedirginlik yaratıyordu. Anadolu, re­ kabet halinde olan ve komşularının genişlemelerine karşı savaşan bey­ liklere bölünmüştü.

Anadolu’nun Bayezid’e yenilmiş ve mülksüz bırakılmış beyleri, M oğol önderi Tim ur’a Bayezid’in Müslüman yöneticilere karşı savaş açm asını engellemesi ve kendilerini tahtlarına yeniden oturtması ama­ cıyla başvurdular. Cengiz H an’dan beri en güçlü Moğol hükümdarı ve dünya tarihinin en büyük fatihlerinden biri olan Timur, Orta Asya’ya ve Güney Rusya’daki Altınordu’ya boyun eğdirmiş; 1398’de Hindis­ tan’ı ele geçirmiş; İran, Irak ve Suriye’yi işgal etmişti. Timur, Anado­ lu’ya geçerek 1 4 0 2 ’dekİ Ankara Savaşıyla Osmanlıiar’ı yenilgiye uğ­ rattı. Bayezid ele geçirildi ve sekiz ay sonra, tutsakken öldü.

Tim ur’un Anadolu’ya müdahalesi kısa süreliydi ama çok önem­ li sonuçlar doğurdu. Osmanlı gücünü yok etmiş, Anadolu beyliklerine geçici bir hayat hakkı tanımış ve Bizans’ın ömrünü bir elli yıl daha uzatmıştı. Timur, 14 0 5 ’te Anadolu beyliklerini kendi kaderleriyle baş başa bırakarak öldü. Osmanlılar yeniden toparlanmaya çalışırken, ki­ min başa geçeceği Bayezid’in oğulları arasında kavgaya yol açtı ve I. Mehmed (saltanatı 1413-1421) 1413're nihayet sultan olarak tanındı. I. Mehmed, 1 4 2 1 ’deki ölümüne kadar Timur’un ele geçirdiği toprak­ ların büyük çoğunluğunu geri aldığı gibi Venedik saldırılarından ko­ runma amacıyla küçük bir donanma bile kurmuştu.

Amasya sancak beyi olarak görev yapan II. Murat (saltanatı 1 4 2 1 -1 4 4 4 ; 1446-1451), Mehmed’in yerine geçti. Ancak, gücünü top- layamadan biri Bizans diğeri de Germiyan ve Karaman beyleri taraftn- dan desteklenen iki sultan adayıyla uğraşması gerekti. I4 2 6 ’ya gelin­ diğinde her iki beylik de Murat'ın himayesindeydi ve ona haraç

(30)

odu-yorJardı. Sonraları, M urat M akedonya’ya ilerledi ve 1 4 2 8 ’de stratejik açıdan önemli liman kenti Selânik’i Venediklilerden geri aldı. M urat, bundan sonra» bir yandan M acar Kralı Ja n o s Hunyadi (1 3 8 7 -1 4 5 6 ) komutasındaki Avrupalılar’a, diğer yandan ayaklanan K aram anlılar’a karşı iki cephede savaşmak zorunda kaldı. M urat K aram an’ı 1444 Temmuzu’nda yenilgiye uğrattı ama M a carlar’la on yıllık bir ateşkes imzalaması gerekti. Ardından, oğlu M ehm ed adına tahttan feragat ederek M anisa’ya çekildi. M acarlar, O sm anlıiar’ın zayıflığını hissede­ rek Osmanlı topraklarına girdi ve ateşkesi bozdu. Yeniçeriler M u rat’ı yeniden göreve döndürdüler ve Hıristiyan güçler 1 4 4 4 ’te V arna’da bozguna uğratıldılar. Hıristiyan güçlerin O sm an lılan Avrupa’dan çı­ karma umuduj 1 4 4 8 ’de büyük bir orduya kom uta eden H unyadi’nin Kosova'da yenilmesine kadar sürdü. M u rat Edirne’de öldü ve daha sonra ‘Fatih’ olarak ünlenerek II. M ehm ed (saltanatı 1 4 4 4 -1 4 4 6 ;

1451-1481) ikinci kez tahta çıktı.

FATİH SULTAN M E H M E D V E E T K İS İ

Mehmed’in ünü, 2 9 M ayıs 1 4 5 3 ’te Bizans’ın fethedilm esine dayanır. Bu, çok önemli olsa da, hükümdarlığında nihayet çevresindeki Anado­ lu beylerinin gücünü kırm a ve beylerden farklı olarak hizm etinde bu­ lunan, dolayısıyla kendine tamam en sadık ve hayatları konusunda tüm karar kendine ait olan devşirmelerin egem enliğini kurm ası, O s- manlı tarihi açısından daha önemlidir. B öylece, sultanın gündelik işle­ ri ve hatta ordunun yönetimi konularını sadrazam a bırakm asıyla, O s- manlı İmparatorluğu daha otokratik ve daha b ü ro kratik bir yönetim sistemine geçti. Güçlerini beyliklerle aralarınd aki ilişkilerden alan ayanlar sınıfı, siyasal etkilerinin, topraklarının ve m allarının büyük bir kısmını kaybederek tamamen devlete bağım lı hale geldiler. Belki de bu uygulama Avrupa’da olduğu gibi Saray’a k arşıt bir güç olu şturacak bir toprak sahibi soylu sınıfının Osm anlı İm p aratorlu ğ u n d a oluşm a o la ­ sılığını engellemiştir. Sultan, zaman içerisinde kendini yönlendirecek olan sadık hizmetkârlarca desteklenen bir o to k rata d önüştü. A ncak, İslâm ideolojisi sultanın da şeriata hesap vermesini öngördüğünden,

(31)

osmanlılar: devlenen imMratorioft* (

1300

-

1759

;

13

hür doğmuş Müslümanlar’dan oluşan ulema bağımsız bir siyasi güç olarak varlığını sürdürdü.

Osmanlılar 1915’e kadar İstanbul, Dersaadet, Konstantiniye olarak da adlandırmaya devam ettikleri Bizans’ı ele geçirdikleri ve Ro- m a’nın görevini devraldıklarını düşünmeleri nedeniyle kendilerini bir imparatorluk misyonuna sahip olarak da gördüler. Her ne kadar şehir zorlu bir kuşatmadan sonra düşmüş olsa da, pek çok Rum Ortodoks, iki Kilise’yi birleştirerek Papalık’ın egemenliğini sağlamak isteyen Ka- tolikler’in aksine kendi inançlarını sürdürme hakkı tanıyan Osmanlı- lar’ı memnuniyetle karşıladı. Sultan Mehmed, Ortodoks Kilisesİ’ne bir kelle vergisi vermesi karşılığında tebaası üzerinde tam yetki tanıdı. Er­ meni Kilisesi de yeni başkente taşınarak dinî ve kültürel özerklik ka­ zandı. Kısa süre içinde, devlet ile dinî cemaatler arasında, 18. yüzyılda

m illet sistemine, yani gerçekte özerk dinî toplumlara dönüşecek olan bir ilişki kuruldu. Laiklik öncesi Osmanlı toplumunda, dinî bağlılık ki­ şisel bir mesele değil, toplumları ilgilendiren bir meseleydi. İnsanlar konuştukları dile veya ait oldukları etnik gruba göre değil, doğdukla­ rı Kilise’ye göre tasnif ediliyorlardı. Her topluluğun dinsel ve toplum­ sal yaşamı geleneklerine göre ayarlanıyordu ve bireyler o toplumun yasalarına uymak durumundaydı. Müslüman milleti, etnik özellikleri veya dilleri ne olursa olsun tüm Müslümanlar'ı (Türkler’i, Kürtler’i, Araplar’ı ve mühtedileri) kapsıyordu; aynısı sadece Yunanlılar için de­ ğil, Balkan Slavları ve daha sonraları da Arap dünyasındaki Hırısti- yanlar’ı içeren Rum Ortodoks milleti için de geçerliydi. Aynı durum Yahudi ve Ermeni toplumları için de söz konusuydu. Ancak 19. yüz­ yılda, milliyetçiliğin ortaya çıkışıyla milletler bir etnik renk edindiler ve Sırplar, Bulgarlar, Katolikler, Protestanlar kendi toplumsal örgütlen­ melerine kavuştular. Ancak, 1919’da bile Yunanlı Katolikler, Anado­ lu’yu işgal eden Yunan Ortodoks ordusundan ziyade kendilerini İtal­ yan Katolikler’e yakm hissetmekteydi. Millet sistemi, OsmanlıJar m asimilasyona yönelik bir çabaya girişmediklerini, sadece imparatorlu­ ğun rahat işlemesini sağlayacak pratik bir eklemlenmeye yöneldikleri­ ni düşündürmektedir.

(32)

1 4 E rin ci bölüm

İstanbul, 1453’teki fetihten sonra bir dünya imparatorluğunun başkentine yaraşır biçimde yeniden düzenlendi. II. M ehm ed, tüm im­ paratorluktan zanaatkarlar getirterek bunları İstan bu l’un yeniden in­ şası için kente yerleştirdi. İstanbul’un nüfusu, özellikle 1 4 9 2 ’de Ispan­ ya'da yaşayan ve Yahudilerin kovulması sonrasında im paratorlukta yerleşmeleri için davet edilmeleri ve çoğunun başkenti seçm esiyle, gide­ rek arttı. 1500 ile 1600 arasında İstanbul A v ru p acın en önem li kent­ lerinden birine dönüştü; 1 6 0 0 ’de önce Paris daha sonra da Lond ra ta­ rafından geçilene kadar en büyük nüfusa sahip kentlerden biriydi.

İmparatorluk olma yükümlülüğü, II. M eh m ed ’i aynı zam anda topraklarını her yönde genişletmeye yöneltti. G üney S ırb ista n ’daki ve Eflâk'taki Osmanlı etkisini artırdı. 14. yüzyılda güçlenm elerinden be­ ri, Osmanlılar için ticaret önemli olm uştu, am a İstan bu l’un fethiyle, deniz gücü ve uluslararası ticaret O sm anlı’nın hem güvenliği hem de ekonomisi için hayati önem kazandı. Venedik bir rakip haline geldi; Osmanlılar donanmalarına ve şehrin güvenliğine özen gösterm eye mecbur kaldılar. Fatih, bu düşünceyle M idilli A dası’nı ele geçirdi ve Boğazlar’ı tahkim etti. Venedik’i 1 4 7 9 ’da bir an tlaşm a im zalam aya zorlayana kadar Akdeniz’de baskı alcında tuttu . D a h a so n ra K ırım ’ı ele geçirerek Kırım T atarlan ’nı kendine bağladı ve K arad en iz’i bir O s- manlı gölüne dönüştürdü. O sm anlılar’ın genişlem esi II. M eh m ed ’in 1 48 1 ’deki ölümüne kadar R od o s’a ve hatta O sm a n lıla r’ın O tra n to ’yu ele geçirdiği Güney İtalya’ya uzanan seferlerle sürdü.

II. Bayezid (saltanatı 1 4 8 1 -1 5 1 2 ), kardeşi C em S u lta n ’la ( 1 4 5 9 - 1495) taht için mücadele etm ek zorunda kaldı. Ö n ce , y eniçerilere, bağlılıklarını sağlama amacıyla ‘cülus bahşişi* adı altın d a rü şvet verdi; sonraları bu, tahta çıkan her sultanın kabullendiği bir uygu lam aya d ö ­ nüştü. Cem yenildi ve onu ellerinde tutm alarına k arşılık her yıl 4 5 .0 0 0 duka altını ödenen Rodos Şövalyeleri’ne sığındı. C em d ah a so n ra , on u gözaltında tutmak için Bayezid’e şantaj yapan P ap a’nm b ir tu tsağ ı o la ­ rak öleceği Napoli’ye götürüldü. Tarihçiler, C e m ’in ta h tta h ak iddiası ve Batılı güçlerin bunu kullanm asıyla d ikkati d ağıtılm am ış olsayd ı, Bayezid’in neler yapabileceğini tartışm ıştır. İtaly a’da o d önem d e hü ­

(33)

osm anlılar: devletten im psnnoriuga (1300-1789) 1 5

küm süren anarşi ortamı ve Fransızların İtalya’yı 1494’te rahatça ele geçirmeleri gözönüne alınırsa, Osmanlılar İtalya’yı dize getirerek dün­ ya tarihini değiştirebilirlerdi. Roma’da, kentin Konstantiniye’yle aynı kaderi paylaşacağı endişesi vardı.

OSM ANLI MÜLKÜNÜN GENİŞLEMESİ

15. yüzyıla gelindiğinde, Osmanlılar kendilerini haraç toplayan bir im­ paratorluk yerine dünya ticaretine bağımlı bir devlet olarak yeniden biçimlendirmişlerdi. Cenova ve Venedik arşivlerinde yapılmış yakın ta­ rihli araştırmalar Osmanlılar’m bölgede ticareti çok ciddiye aldıklart- nı göstermektedir. 14. yüzyıl başlarından itibaren fetihleri, ticaret açı­ sından bölgeden gelir getiren Gelibolu ve Çanakkale Boğazı gibi stra­ tejik noktaların ele geçirilmesine dayanıyordu. Osmanlılar, Temmuz

1496’da Venedik’i yendikten sonra, Venedik’i yıllık haraç vermekten muaf tuttular ama bunun yerine Venedik’in ihracatından Osmanlılar’a yüzde 4 ’lük bir vergi vermesini şart koştular; ticaret Osmanlılar için haraç kadar önemli hale gelmişti.

Avrupa’da savaşmanın dışında, Osmanlılar Mtsır ile Suriye’de Memlûklar ve İran’da Safevîler gibi rakiplerin tehdidine maruz kalı­ yordu. Safevîler’le olan rekabet, Osmanlılar’ın Sünnî ve ortodoks İs­ lâm’ı ile Safevîler’in Şiî ve heterodoks İslâm’ı arasında bir ideolojik re* kabete de dönüşmekteydi. Bu uzun soluklu çekişme iki imparatorlu­ ğun da enerjisini tüketmekteydi ve Avrupa gücünün yükselişi karşısın­ da her iki devletin de göreceli gerilemesinin sebebiydi.

Babası Bayezid’i deviren I. Selim (saltanatı 1512-1520), dikka­ tini Doğu’ya çevirmeye ve Şah İsmail’in yükselen gücünün karşısına çıkmaya mecbur kaldı. 1514’te Yavuz Sultan Selim Safevîler’i Çaldı- ran’da yenilgiye uğrattı ve Azerbaycan ile Güneydoğu Anadolu'yu ele geçirdi. İki yıl sonra, Selim Memlüklar’a karşı sefere çıktı ve Suriye’yi 1516’da, Mısır’ı da ertesi yıl Osmanlı topraklarına kattı. Mısır’daki tarım ve ticaret, İstanbul'a, Hindistan ve Asya’yla ticaretten elde edi­ len gelirlerin yanı sıra, önemli zenginlik kazandırdı. Osmanlılar ayrıca Mekke ve Medine kutsal kentlerinin koruyucusu oldular ve statüleri

(34)

dünyadaki en güçlü M üslüman devlet olarak belirlendi. Kudüs İs­ lâm’ın üçüncü kutsal kenti oldu ve O sm anlılar burada ticaret hayatını canlandtrmak için uğraştılar, birçok vakıf kurdular; Y avu z’un halefi Süleyman da Kudüs’ün surlarını yaptırdı, K udüs, Şam veya H alep gi­ bi büyük bir bölgesel başkent olm adı am a İslâm ’ın üç kutsal m ek ân ın ­ dan biri olarak büyük dinsel öneme kavuştu. İm p aratorlu k , yüzölçü­ münü ikiye katlamıştı ve İslâmî unsuru Arap eyaletlerinin katılm asıy­ la güçlenmişti. Ayrıca, Mısır, O sm anlılar’ı K irild eniz ve H in t O k y an u ­ sumdaki Portekizlilerle doğrudan ilişki içine sokm uştu.

16. yüzyılda, dünyadaki denge A kdeniz’den A tlan tik 'e kaydı. Kristof Kolomb’un 1 4 9 2 ’de Am erika’yı keşfi ve 1 4 9 8 ’de V asco da G a- ma’mn Afrika’nın güneyinden H indistan’a varan yolculuğu İslâm dün­ yasının önemini ortadan kaldırmasa bile zayıflattı. So nu çta A sya’yla olan ticaret tamamen bitmediyse de O sm anlı hâzinesi daha az gelir el­ de etmeye başladı. İmparatorluk aynı zam anda sadece sultan tarafın ­ dan yonetilemeyecek kadar genişledi ve sorunlu olm ay a başladı; böy- lece sultan her gün biraz daha fazla olarak bü rokrasisine dayanm ak zorunda kaldı. Devşirme yöntemiyle yükselen erkekler de Saray ’daki

kadınlar gibi daha etkili olmaya başladılar.

KANUNÎ SULTAN SÜLEYM AN

Sultan Süleyman (saltanatı 1520-1566) belki de O sm anlı sultanlarının en ünlüsüdür. Türkler tarafından ‘Kanunî’, Batılılarca da ‘M uhteşem Süley­ man’ olarak tanının Süleyman, seleflerinin izinden giderek im paratorlu­ ğu genişletmeyi sürdürdü, 1 5 2 l’de Belgrad’ı aldı, 1 5 2 9 ’da Vıyana’yı ku­ şattı. Osmanlılar Kutsal Roma-Germen İm paratoru V. Kari ile Fransa Kralı l. François arasındaki Avrupa çatışmasına ak tif olarak katıldılar; Osmanlılar’m rolü, Karl’ın Martin Luther’ın Protestan reform hareketi­ ni yok edememesi bağlamında hayatidir. Avrupa’daki savaşlar Kaııu- ni'nin 1566’da Macaristan’a yaptığı bir seferi yönetirken ölmesine kadar sürdü. Ayrıca Safevîler’e karşı da savaşıp 1 5 3 4 ’te Bağdat’ı fethetmiştir.

Ticaret Osmanlı ekonomisinin önemli bir parçası olm uştu; Müslim veya gayri-Müslim Osmanlı tüccarları Avrupa'da -Özellikle

(35)

osmanlılar: devletten imparstort»}* {1)00-1769: 1 7

İtalya’d a - ve Asya’da ticaret yapıyorlardı. Bunun bir sonucu olarak, 15 3 5 ’te Sultan Süleyman, Fransız tüccarlara ‘kapitülasyonlar’ olarak bilinen birtakım ayrıcalıklar tanıdı, imparatorluk sınırlan içinde bu­ lundukları sürece, Osmanlı hukuku ihlâl edilmemek kaydıyla kendi hukuklarına ve âdetlerine göre yaşayabileceklerdi. Zaman içinde bu kapitülasyonlar diğer Avrupa devletlerini de kapsadı ve Avrupa ile Os- manlılar arasında ticaretin genişlemesine yol açtı.

Osm anlı donanmasının büyümesi Akdeniz’i, bölgede ticaretin güvenliğini sağlama amacıyla kontrol altında tutmak olarak açıklana* bilir. Bu am açla Kanuni Kuzey Afrika sahilinin hâkimiyetini V. K arl’dan alm ak; Cezayir, Tunus ve Libya’da Osmanlı yönetimini kur­ m ak üzere Barbaros Hayrettın'den yararlandı. Basra Körfe2İ’ni dene­ timi altında tutan Portekiz gücünü yok etmek için de önemli bir çaba ortaya konmuşsa da, 1 5 3 8 ’de Osmanlı donanması Hindistan'da Gu- cerat Yarım adasının güneyindeki Diu’ya kadar yaptığı Hint Şefe- ri’nden, Portekiz donanması karşısında tutunamayarak geri dönmüş­ tür. Osmanlı gemileri, Akdeniz’in daha sakin sularına göre inşa edil­ mişlerdi ve Portekiz kalyonlarıyla boy ölçüşemezlerdi. Belki de bu yüz­ den Osmanlılar, haritasını çıkarmalarına ve hakkında çok şey biliyor olm alarına rağmen Atlantik’e açılmayt denemediler. Tıpkı Doğu As­ ya’daki Çinliler gibi, Osmanlılar da Doğu Akdeniz’deki imparatorluk­ larından memnundular.

Kanuni Sultan Süleyman’ın yönetimine kadar, Osmanlı İmpara­ torluğu, özerk sayılabilecek dinî cemaatlerden oluşan çokdinli bir çift­ çiler, esnaf ve zanaatkarlar toplumu üzerinde hüküm süren ve kimi za­ man ulema tarafından yönlendirilen bir askeri-bürokratik yönetici sı­ nıfça idare edilen istikrarlı bir şekil almıştı. Yönetim ve yasama erkle­ ri padişahta toplanmıştı ve padişaha, imparatorluk genişleyip daha bürokratik bir hal aldıkça sultanın yetkilerinden daha fazlasını ellerin­ de bulunduran vezirler yardımcı oluyordu. Kanuni’mn ölümünden sonra sadrazam sultanın pek çok yetkisini eline alnuya başladı ve pa­ dişah gitgide daha fazla Saray merkezli hale geldi. Gayn-MüsJim top­ lamların liderleri olarak cemaatlerinin dinî ve toplumsa! ihtiyaçlarına

(36)

18 funncı bölüm

bakan patrikler, padişahın korum asındaydılar. Farklı toplum ları asi- mile etmek amaçlı çalışm alar yapılm am ıştı; bu toplum lar sadece gün­ delik etkileşimlerin normalleşmesi ve kültürel değiş-tokuş için bir sos­ yal çerçeve yaratmak üzere sisteme katılm ışlardı. 19. yüzyılda milliyet­ çiliğin ortaya çıkmasına kadar sistem iyi işlemekteydi ve her toplumun eğer asimile edilmiş olsalardı olanak bulam ayacağı şekilde kendince yaşamasına olanak tanımaktaydı.

Osmanlı yönetimi o dönem için Avrupa’yla kıyaslandığında ile­ riydi ve Hıristiyan köylüler O sm anlı yönetim ini kendi dindaşlarının feodal yönetimlerine kıyasla daha rahat bulm uştu. B arb ar olarak dü­ şündüğü T ü rk ler’e karşı hoşgörü beslem eyen M artin Luther (1483- 1546), köylülerin vergiler daha hafif olduğu için O sm an h lar’a meylet­ tiğini kabul ediyordu. Osmanlı vergileri, padişah m üreffeh topraklar fethettiği sürece hafif kalmayı sürdürdü, ancak fetihler sona erdikten sonra ağırlaştı.

İstanbul’un fethiyle, Osm anlılar bazı Bizans yönetim uygulama­ larım benimsediler. Padişah gitgide daha zor erişilir hale geldi, günde­ lik işleri sadrazamın başkanlığında toplanan ve diğer vezirlerden olu­ şan Divatı-t Hümayun'a. bıraktı. Divan-ı H üm ayun’un başlıca üyeleri Rumeli ve Anadolu kazaskerleri İstanbul kadısı, defterdar, mühürdar ve de vezir rütbesindeyse yeniçeri ağasıydı. Sonradan, şeyhülislâm ya­ ni en üst düzey dinî otorite, reisülküttap yani dış ilişkilerden sorumlu vezir ve donanma komutanı olan kaptanpaşa da divana eklendiler. Rütbesini belirten iki tuğ'a sahip bir paşa bir eyaletin valisi olarak ata­ nırken, bu eyaletler tek tuğa sahip diğer paşalarca yönetilen sa n ca k'la- ra bölünmekteydi. Bunun altında bir kadı ve yerel halkı temsil eden toprak sahiplerince yönetilen bölgeler, yani k a z a ' h t yer alırdı.

Toprak devlete aitti ve im paratorluk ekonom isi, devletin temel gelir kaynaklar» olarak hem toprağın hem tarım üretim inin denetimi­ ne dayanmaktaydı. Topraklar, gelirleri m aaş olarak, yöneticiler olan beylere ve vezirlere verilen tım ar'lara ayrılmıştı. Bu tımarlar, miras yo­ luyla gelecek kuşaklara kalmazdı ve sahibinin ölümü üzerine bu top­ raklara el konabilirdi. Topraklar toprağı kontrol eden kişinin vârisle­

(37)

osmanlılar: devletten im^aratortb&s It)00-t7fe» 1 9

rine geçemediğinden, Avrupa’daki gibi bir toprak sahibi sınıf oluşamadı. Te­ oride, köylüler, loprak sahibine haraç­ larını ödedikleri sürece, işledikleri top­ raklardan çıkarılamazlardı. Bu önlem, çiftçilere devamlılık güvencesi verdiği gibi, Osmanlı tarihinde köylü ayaklan­ m alarının olmamasını da açıklayabilir. Kanunî Sultan Süleyman döne­ mi, geleneksel olarak Osmanlı İmpara- torluğu’ntın zirve noktası olarak kabul edilir. Süleyman, bir dünya im parator­ luğunun temellerini atan ilk on büyük hüküm darın sonuncusu olarak tanım ­ lanır. Bu im paratorlar sadece büyük fa­ tihler değil, aynı zamanda topraklarını ödünsüz bir bilgelikle yöneten yetenek­ li yöneticilerdi. Süleym an’dan sonra tah ta çık an sultanların harem in zevkle­ rine savaş alanından daha fazla önem veren, genelde beceriksiz, sıradan ve

yoz ad am lar olduğu söylenir; ancak, IV. M u rat (1 6 2 3 -1 6 4 0 arası taht­ ta) gibi bir sultan bunların arasında istisna olarak görülür. Beceriksiz hüküm darlar, Fatih Sultan M ehm ed gibi büyük sultanların ferasetin­ den yoksun oldukları için, yönetim i felç edip im paratorluğu da zayıf­ latıyorlard ı. A ncak im paratorluk, Sokullu M ehm ed Paşa ve im parator­ luğu elli yıl k ad ar yöneten Köprülü ailesinden çıkan sadrazam lar gibi üsrün yetenekli devlet ad am ları veya arada bir rastlanılan IV. M u rat gi­ bi dirayetli su ltan lar sayesinde ayakta duruyordu.

Bu açık lam a, Barı Avrupa’nın yükselişine paralel olarak O sııu n - Iı’mn gerilem esine ek bir açık lam a olarak sadece bir ölçüde doğrudur ve çağ d aş ak ad em ik dünya yeni açık lam alar aram aktadır. 16. yüzyıla gelindiğind e, O sm anlı İm paratorlu ğu, hem kendi içinde hem d ışarıda.

Kanuni Sultan Süleyman d&nemınde imparatorlumun sımıUft alabildiğine genişledi. Ancak bu fetih siyasetinin bir de ekonomik yanı vardı; çünkü kimi zaman fethedilen topraklan korumak için yapılan m asraflar, buralardan sağlanan gelirinden daha fazlaydı. KanunPmn Italyan Tıziano okuluna mensup bir ressam tarafından yapılm ış portresi.

(38)

2 0 tımni' bolum

son derece farklı bir ortamda işlemekteydi: D evlet, asıl am acı toprakla­ rını genişletmek olan ve dolayısıyla bir sultan-serdarın ordularına ön­ derlik etmesine gereksinen bir devletten ticaret ve genişlem ekte olan Av­ rupa gibi ekonomik konularla ilgilenmesi gereken bü rokratik bir dev­ lete dönüşmüştü. Osmanlılar, ne kadar yetenekli olursa olsun tek bir kimse tarafından yönetilemeyecek bir dünya im paratorluğu yaratmış­ lardı. İktidarın aktarılması gerekiyordu ve sultanlar, bir sadrazam ile vezirlerden oluşan bir divan, yani bir çeşit bak an lar kurulu kurmak zo­ runda kalmışlardı. Süleyman’ın hüküm ranlığında durum net değildi ve sultan, gücünün artmasından kıskançlık duyduğu sadrazam ı İbrahim Paşa’yı idam ettirtmişti. Ancak, halefi olan II. Selim , sadrazamına ve bürokrasisine öylesine bağımlı hale gelmişti ki sadrazam daha sonrala­ rı fiâbıâli diye tanınacak kendi konutunun sahibi olm uştu.

Aynı sebeple, imparatorluk haremi de 16. yüzyılda bir siyasal iktidar odağı olarak ortaya çıkmıştır. Sadrazam genelde sultana, sulta­ nın bir yakınıyla yaptığı evlilik yoluyla bağlıydı; dolayısıyla da harem­ le ve haremdeki, sultanın annesi veya gözde cariyesi olan v a lid e sultan gibi güçlü kadınlarla doğrudan bağlantısı vardı. Bazen sultan reşit de­ ğilken tahta çıkardı ve bu sebeple sultanın annesi, hüküm dar erişkin olana kadar sürecek bir vesayetin başında yer alırdı.

16. yüzyılın ortalarına gelindiğinde im paratorluk özellikle kârlı biçimde, ekonomik çıkar için kullanılabilecek topraklar açısından ge­ nişlemesinin uç sınırlarına ulaşmıştı. Bu, O sm anlı em peryalizmi ile Is­ panya, İngiltere, Hollanda gibi Avrupalı güçlerin emperyalizmleri ara­ sındaki farktı; bu güçlerin emperyalizmdeki am açları genelde ekono­ mikti ve sömürgelerini sonuna kadar yağmalam aktaydılar. Osmanlılar ise, ‘emperyal aşırı genişleme’ durumunun klasik bir örneğiydiler. Or­ ta Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Kıbrıs’ta büyük kuvvetler ve Akde­ niz’de, Ege’de, Kızıldeniz’de güçlü donanm alar bulundurmaları gere­ kiyordu. Kutsal Roma-Germen imparatorunun ve m üttefiklerinin ya­ nı sıra, Osmanlılar Rusya’nın Kırım ’da yükselen gücünün yarattığı tehditle de yüzleşmek zorundaydılar. Anadolu’da Safevîler göçebe Türkmen aşiretleri arasında yaptıkları Şiîlik propagandasıyla bir teh­

(39)

ûsmaniıUıı: devtetten ı^p-vsiarinl?. 21

dit unsuruydular. Tüm bunlar hazine üzerine büyük bir yük oluştur­ makta, Osmanlılar’ı mali yükümlülüklerini yerine getirmek için yeni yollar bulmaya zorlamaktaydı.

Dış dünyada ağırlık merkezinin Akdeniz havzasından Atlantik dünyasına kaymasıyla büyük bir dönüşüm oluşmaktaydı. Keşifler ça­ ğıyla birlikte Osmanlılar’ın yüzyıllardır ellerinde tuttukları ticaret yol­ ları önemlerini yitirmiş, imparatorluğun ticaretten elde ettiği gelir azal­ mıştı. Ancak bu kademeli bir süreçti ve imparatorluğu hemen etkileme­ di. Yine de, imparatorluğun siyasal ve sosyal yapısına bağlı olarak, or­ tada bariz bir çözüm yoktu. Osmanlı ekonomik sistemi, Batı’mn mer­ kantilizminin ve endüstrileşmesinin tehdidine karşı durmaktan âcizdi.

BİR D EVRİM ÇAĞI

Batı dünyasında, feodalizmden ticarî kapitalizme dönüşüm, devrimle betimlenmiştİ: yükselen orta sınıflar -yani burjuvazi- siyasi iktidar için savaşmak zorunda kalmıştı. Bu, İngiltere’de 1640 ile 1688 ara­ sında ‘Muhteşem Devrim le sonuçlanmış, Fransa’da devrim 1789 ile 1815 arasında gerçekleşmişti. Feodal sınıfın gücüne karşı çıkacak kuvvette bir burjuvazinin olmadığı İspanya ve Rusya gibi ülkelerde devrim olmadı ve eski yönetici sınıflar iktidarda kaldılar. Bu durum Osmanlılar’da da aynıydı. Düzeni sağlayarak rüccar ve üreticilerin servet kazanmasına izin verecek kadar güçlü bir yönetimi korudular- sa da bunların kendi çıkarlarını savunabilecek bir siyasi güç olmasını engellediler. Osmaniı’daki durum, tüccarların dini bağlılık üzerinden -Rum Ortodoks, Katolik, Ermeni, Yahudi ve Müslüman olarak-ay­ rılmış olmasıyla daha da zorlaşmıştı, çünkü tüccarlar haklarını savu­ nacak ortak bir grup olarak hareket edemiyorlardı. Osmanlılar, eko­ nomi açısından ticaretin önemini kavrasalar da hiçbir zaman sadece ticaret sınıflarının çıkarlarıyla ilgili olmadıkları gibi, ekonominin hız­ lı büyümesine dair bilinçli bir ilgi de göstermediler. Yine de tüketici­ nin hakkının koruyucusııydular; en önemli görevlilerden biri, çarşı ve pazarlarda fiyatları, malların kalitesini, ölçü ve ağırlıkları denetleye­ rek tüketicinin aldatılmadığmdan emin olmakla görevli nmhtesip'ri.

(40)

Bu bile, kendi özü nd e kapitaliz­ m in ve b ir p azar ek on om isin in ge­ lişm esini en gelliy ord u .

Y in e de, teorid e ellerine fır­ sa t verilse, b ir bu rju vazi dönüşü­ m ünü g erçek leştirm e rolünü oyna­ y abilecek b irta k ım zengin tüccar­ lar vardı. Ö rn e ğ in , Şeytan oğlu ola­ rak bilinen ve say g ın bir B izans ai­ lesinden g elm e b ir R u m tüccar, kü rk ticareti ile im p arato rlu k ça ­ p ın d ak i tuz tek elin d en b ir servet elde etm iş, bu sayed e O sm an lı do­ nan m asın a altm ış g em i donatm ıştı. A ncak, o n u n a rta n servetin den ve Vatide-i muazzama diye de bilinen Mahpeyker kudretinden tedirgin Oİan III. M u- Sultan ya da Kösem Sultan, Osmanlı saray racJ> onu 1 5 7 8 ’de İdam ettird i. D aha kadınlan arasında en İhtiraslı olarak, özellikle . . ^ , c ■■

taht kavatan » » o d . p^tii entrikalar başka zengin O sm a n lı s a r ra f ve tuc-cevirmekie ün salmıştır. Turhan Suitan'm bir carları da vard ı a m a O sm a n lı yöne-

tertibi sonucunda Öldürülen Kösem Suitan’m t > ı , . ı „

döneminde Avrupai, bir ressam tarafından t,C1 S in ,fl b u n , a t i n d e V ,e t l" V^ 3 e k ° ‘ çizilmiş gravürü. nom inin k a ra k te rin i etk ilem esin e as­

la m üsaad e etm ed i. A vru p a’da bile böyle bir değişiklik bir devrim g erek tirirk en , O sm an lı D ev leti böyiesi- ne radikal bir siyasal ve toplum sal d önüşüm e izin v erm ey ecek kadar kuvvetliydi. Dolayısıyla, çeşitli b aşk ald ırılar old u y sa da siyasal düze­ nin ve bunu destekleyen toplum sal sistem in b a şın d a n , v ar o lan y ö n e ­ tici sınıfı bir başkasıyla değiştirecek, im p arato rlu ğ a yeni bir g örünü m ve yön getirecek şiddetli bir dönüşüm geçm edi.

Bu, ‘Osm anlılar etraflarında olan biteni an la m a d ı’ dem ek de de­ ğildi; Avrupa’da olan bitenden haberdardılar. D ev am lı o la ra k Avru­ pa’dan gelen bir yabancı akını vardı ve bu gelenlerden b a z ıla rı, genelde askerî a?.man olarak, burada yerleşip im p arato rlu ğ u n hizm etin e g iri­ yorlardı. Cenova ve Venedik gibi İtalyan kent-devletleriyle O s m a n lıc ın

(41)

osmanlılar: dtvle’ten ımpajaiartufa fıy>0‘i7%9. 2 3

ilk günlerinden beri ticari ilişkiler vardı ve Müslüman tüccarlar da İtal­ yan kentlerine yerleşmişlerdi. Fatih Sultan Mehmed, sanat çalışmaları için İtalya’ya öğrenciler göndermişti ve papayla yazışmaktaydı. Sonuç olarak, Osmanlılar, yakınlarındaki gelişmelerden açıkça haberdardılar ama bu gelişmeleri kendi karmaşık, çokdinli toplumlarına uygulayamı- yorlardı. Aynı zamanda, Avrupa’daki değişikliklerin kendi toplumlan- nı nasıl etkilemeye başladığını da kavrayamadılar, ama bu, imparator­ luğun ve imparatorluk yönetici sınıfının karakteriydi: tutucu ve statü­ koya bağlıydılar, bu yüzden bir tüccar sınıfının ortaya çıkarak devleti dönüştürüp eski yönetici seçkin tabakayı yerinden etmesine izin ver­ mezlerdi. Osm anhlar’da devletin ekonomik politikasını belirleyen üç il­ ke vardı: kent ekonomisini, özellikle de İstanbul’unkini düzenli tutarak ordunun, bürokrasinin ve Saray’ın iyi beslenmesini sağlamak; kentsel ve kırsal kesimlerden vergilerle gerekli geliri elde etmek; kentlerde ve kırsal kesimde etkin kontrollerle statükoyu sürdürmek. İspanyol impa­ ratorluğu da 16. yüzyılda ve daha sonraları benzer bir politika güttü, ancak imparatorluk olmasına ve büyük servetine karşın, burjuva top- lumuna geçişi yapamayarak tüccar sınıflarca yönetilen bir üike olarak, Hollanda ve İngiltere gibi Avrupa devletlerinin gerisinde kaldı. Bu, ba­ zılarının iddia ettikleri gibi bir din meselesi (İslâmî veya Katoliklik kay­ naklı) değildir; Aydınlanma öncesi emperyalizminin Özünde vardıc.

Ancak, Osmanlı gerilemesi sert ve hızlı bir biçimde gerçekleş­ m edi. İmparatorluk 17. yüzyıl boyunca kendini savunabilecek ve hat­ ta 1 6 8 3 ’te Osmanlı ordularım ikinci k ez Viyana’nm surlarının önüne kadar getirecek bir sefer düzenleyebilecek kadar güçlüydu. 1570- 1 5 7 1 ’de Osmanlılar Tunus ile Kıbrıs’ı ele geçirdiler ve Avrupa güçleri bıı tehdidi güçlerini birleştirerek 1571 ’de Osmanlı donanmasını Ine- bahtı’da (Lepanto) büyük bir yenilgiye uğratacak kadar ciddiye aldı­ lar. Osmanlı İmparatorluğu'nun gücü öylesine büyüktü kı Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa, Sultan II. Selim’e, İnebahn’da yok edilen do­ nanmanın kolaylıkla yeni ve daha iyi gemilerle yenilenebileceğini bil­ dirdi. Ancak, yenilginin sonucunda II. Selim Venedik'le ve Kutsal Ro- ma-Germen imparatoruyla barış antlaşması yapmak zorunda kaldı.

(42)

II. Selim’in (saltanatı 1566*1574) yönetim ine gelindiğinde, ikti­ darda, Sokullu Mehmed Paşa nın (1 5 0 5 -1 5 7 9 ) yanı sıra söz sahibi olanlar çoğalmıştı, ancak bunların hiçbiri Sokullu k ad ar büyük devlet adamı değildi. Sokullu Mehmed Paşa, B osna’nın Sok ol kasabasında doğmuş ve devşirme sisteminden yetişmişti. Bürokraside yükselerek 1565’te sadrazam olmadan önce Süleyman’ın torunu ve II. Selim ’in kı­ zıyla evlenmişti. İmparatorluğu, sultan değil, 1 5 7 9 ’daki ölüm üne ka­ dar o yönetmişti.

İran'la 1578-1590 arasındaki, Avusturya’yla 1 5 9 3 ’teki gibi ola­ ğan savaşların yanı sıra, Osmanlılar aynı zamanda ‘ 17. yüzyıl krizi’ ola­ rak tanımlanan bir sıkıntıyla da baş ermek zorunda kaldılar. Bu kriz, bi~ raraya gelmiş birtakım faktörlerin birleşmesiyle üstesinden gelinmesi ge­ reken zorlu bir durum olarak Osmanhlar’ın karşısına çıktı. D aha önce­ ki araştırmacılar, bunun, Amerika’dan gelen altın ve gümüşün Akdeniz sistemine Batı’yla olan ilişkisi sayesinde girmesi sonucunda Osmanlı ekonomisinde enflasyona ve baskıya sebep olduğunu savunuyorlardı. Hâzinenin ordu ve yönetimin masraflarını karşılam ak için daha fazla para bulması gerekiyordu. Yeni araştırmalar, nakit para ekonomisinin Balkanların ve Anadolu’nun kıyı bölgelerinin büyük bölümüne yayıldı­ ğını, bu sürecin 16, yüzyılda Yeni Dünya altınının gelmesiyle hızlandığı* nı ve bunun sonucunda da ticarileşmeyi artırdığını iddia etmektedir. Böylelikle vergiler mal yerine nakit olarak toplanm akta ve bu impara­ torluğun bazı bölgelerinde toprağı elde tutma yöntemini değiştirmektey­ di. Nüfus artışı ve kentleşmede yaşanan genişleme; ekonom inin para odaklı hale gelmesinin artırdığı paraya talep ve imparatorluğun kısıtlı kaynaklarına uyguladığı baskı, enflasyonist hareketi hızlandırmıştır. Devlet, Habsburglar’a ve Safevîler’e karşı sürdürdüğü yıpratıcı savaşlar için daha büyük bir askeri gücü finanse etmek zorunda kalmaktaydı ve acil bir çözüm yolu, sikkelere gümüşten çok pirinç koyarak paranın de­ ğerini azaltarak parayı devalüe etmekti. Bunun sonucu sosyal kargaşay­ dı ve 1589’da İstanbul’daki yeniçeriler ayaklanarak azalan maaşlarını, düşen yaşara standartlarını protesto ettiler. Bu ayaklanmalar, 1 5 9 2 ’de bastırılana kadar sürdü. 1590’larda, Orta Anadolu toplumsal kargaşay­

References

Related documents

To understand how the cross-cultural collaboration between the developed market and emerging economies promotes an IGVC through the innovation and technology transfer, this study uses

Theorem 1 establishes the equivalence of local and global RTS characterizations in any closed convex technology T. In this section we illustrate this result by an example involving

ARC MBR1400LE-VZ Business series router with dual-mode, high-performance 4G LTE / EVDO wireless WAN connection for the Verizon network (802.11 a/b/g/n WiFi). ARC MBR1400LP-AT

violation of a right but nonetheless I am allowed to file case even in the absence of a cause of action. There is an indispensable party, perhaps a co-owner of a

An aldehyde is an organic molecule that has an oxygen atom doubly bonded to the terminal carbon of the backbone carbon chain. An alcohol is named with the

Conclusions: We identified a significant number of patients with a confirmed or suspected tumour predisposition syndrome and show that paediatric pancreatic NETs in particular

Pasty Ptesent and By reading bizth chatts based on tl ae pti nci pl es of astrol ogy given in these books, even ln otdinûry m an woul d get high honour fzom the.. tl

• Telnet Server: enables remote users, including those running UNIX-based OS, to perform command-line administration tasks and run programs using a telnet client.. • Trivial